İlk defa bi kitabı yorumlamaya başlarken nerden girsem konuya diye düşündüm. Nedeniyse, kitabı delicesine sevmem. Kitaba otobüste başladım ve ilk iki sayfasında işte bu dedim. Hatta anlık olarak düşündüklerimi telefonuma kaydettim. Yani kitabı öyle böyle sevdim ki uzun zamandır ilk defa keşke bitmeseydi dedim. Ya bi kere yaşıma uygun. Kitaptaki kadın karakter üniversite birinci sınıf. Paranormal, bilim kurgu, cinayet, romantik derken hep ya kendimden büyüğü ki genelde öyle oluyor ya da liselileri okudum. Lisedeyken kendi yaş gurubumu bulmak sıkıntı değilken bi fark ettim ki üniversite deki insanları adamdan sayıp yazarlar çok yazmıyor. Ve sonunda bu kitap karşıma çıktı Ben çömlüğü atlatıp iki olmayı başardım ama kitap hayallerimin üniversitesinin kapısını açtı bana. Çünkü üniversite hayalimle, gerçeğinin arasında kilometrelerce hatta ışık yılıyla yol var.



      Kitapta adamlar cool cool takılıyo. Benim sınıf arkadaşlarımdaysa ergenliği atlatamamış, yarı çocuk yarı yetişkin yaratıklar var. Hala seksek modunda olanı bile var. Kitaptaysa bana başka bi üniversite kapısını açıy ve oh be dedirtiyor. Hayallerimde ben o üniversiteye gidiyorum ve orda hayatın canına okuyorum. Allahtan ilk okuldan liseden kalma arkadaşlarım varda sınıfımdaki benden büyük olmalarına rağmen at gözlüğüyle gezen ergenuslarla arkadaşlık bağlarını geliştirmek için yırtınmak zorunda kalmıyorum. Aşağılamak için söylemiyorum ama onlar benim üniversite hayallerimin katili oldular. Türkiye’nin en prestijli üniversitelerinden birindeyim ama millet hala mahalle dedikodusu boyutunda. Yanınızda birini görseler kaşar damgasını yapıştırıp sordukları ilk soru “Ne ayaksınız çıkı yomusunuz?” Çıkma ne yaa . Bunların yaşı kaç. Ama verdiğim cevap yanımda kim olduğu fark etmez “Ciddi düşünüyoruz.” Bunları bu kadar niye anlattınız derseniz içimde kaldı isyan bayraklarım ve de karakterimiz  Abby`nin de başında dedikodular dönüp duruğu için.


       Kitabımız kadın karakter olan Abby, nin ağzından anlatılıyor. Kız geçmişe sünger çekmiş kendine ve herkese rol yapıp duruyor. Abby`nin bide onu ondan çok düşünen ve anlayan arkadaşı America var. America sayesinde kızın sevgilisiyle okulun yer altı etkinliği olan çember`i izlemeye gidiyor ve orda  çocuğun sevgilisin kuzeniyle karşılaşıyorlar ve güm aşk. Travis sahnede adamın haşatını çıkarırken kızın üzerine kan sıçratıyor ve bunla beraber ilk diyalogları gerçekleşiyor. Travis bad boy deyiminin google translate`deki karşılığı. Adamda alkol, sigara, karı kız ve üzerine bide dövüş var. Dövmelerinden bahsetmiş miydim? Ya daha ilk bahsedilmesiyle Travis`e aşık oldum . Bizimkisi ilk satırlarda aşk misali. Yoksa ilk bakışta aşk mıydı o? İlk satırlarla ben pis pis sırıtmaya başladım daha ne olsun. Kötü çocuklara tüm kadınlar gibi hastayım.


       Tanışmayla birlikte bi kaçma kovalamaca alıp başını gidiyor. Çocuk kaçıyor doğal olarak kız kovalıyor demek isterdim ama Travis`im biricik aşkım o sümsüğe aşık oldu, o kovalıyor. Kızın kaçma sebepleri sorunlu geçmişinden süre gelmiş vaziyette. Kaçmak istediği her şey resmen Travis`te toplanmış halde. Çocuk baktı kızla yatamıyor arkadaş olalım diyor ve Abby`de kuzu kuzu kabul ediyor. Çocuk ilk defa birisine ilgi duyuyor, kendini açıyor, doğal olarak da okulda dedikodular alıp başını gidiyor. Travis`in kuzeni de bu ilişkiyi zaten kesinlikle onaylamıyor ki sonuna kadar haklı. Travis yatıp sabah kızları postalıyor, sonra kızların arkadaşı çocuktan ayrılıyor. America elden gider diye o da çırpınıp duruyor, zavallım.


       Ana karakterlerimize geri dönersek bana kurdeşenler döktürdüler. Kız sürekli kaçışlarda, aynı zamanda da her dakika çocukla. Çocukla iddiaya falan girip kaybedince bir ay çocukta kalıyor. Hergece çocuğun koynunda mışıl mışıl uyuyor, üzerine ben seni istemem vaazı çekiyo, üzerine gidip kendinden başkasını düşünmeyen zengin sümsük Parker`la çıkıyor. Herkes kıza Tarvis`le arasındaki elektriği kıvılcımı bağırıyor ama kız kaçmakta kararlı. Her şey iyi güzel gidiyor derken duvara toslatıyor okuyucuyu ve bi anda her şey alaşağı oluyor. Barışıyorlar ilişki oldu diyorsunuz Travis fazla dürüst davranıyor güm.  Öyle yada böyle ben bu kıza valla sinir oldum. Daha doğrusu kıskandım. Çocuk kız için yapmadığını bırakmıyro. Kavgalar ediyor yırtınıyor ama yok. Kıza da zaman zaman üzülmedim değil ama. Özellikle Travis Vegas`ta gözleri dolar dolar olunca. Kızı değil resmen parayı tercih ediyor ama anca kız çekip gidince dang ediyo kafaya. Sonra kız ne yapıyor süründürüyor. Hem de öyle böyle değil. Çocuğa istemem diyor koynuna giriyor, unut diyor sonra aramıyor diye kızıyor. Tipi kadın hareketleri anlayacağınız. Bi kez daha kızdım Travis`e o da o sürtüğü eve getirince. Erkek milleti işte unutacağım d,ye illa birine koş. Bari yapıyorsun kıza yakalanmasaydın be.


       Her şeyi geçtim ben bu Travis`e deli divane oldum ya. Kızı haytan çok seviyor. Diğer kitaplardaki kötü çocuk karakteri sessiz, fazla esrarlı, somurtan, kaçan tiplerken bu konuşuyor, gülüyor, kıza takılıyor. Çocuk o kadar şeker ve neşeli ki resmen tatlılıktan geberiyor. Bu Halide bana çok gerçekçi geliyor. E tabi olmazsa olmazımız korumacılıkta hat safhada ve tabi ki kıskançlık. Sadece Abby`le mutlu sadece ona bağlı sadece dünyası ondan ibaret. Bence kız onu hak etmiyor. Çocuk ona sevgisini göstereceğim diye yırtınırken kız bunların ispatından korkup kaçışa geçiyor. Tabi bazen öfkesinin kontrolden çıkması insanı ürpertiyor ama olsun. Hem kız çocuğa bizim Kuduz İt lakaplı Travis`imize kötü davrandıkça çocuğu deli gibi davranmaya teşvik etmekle kalmayıp America`nında aşk hayatının içine ediyo resmen. Sen bile isteye çukuru boyladın diye zavallılarımı niye çekiyorsun. Bu arada Travis`in ailesine de resmen bayıldım. Çok şekerler. İnsan böyle çoklu uyumlu erkek kardeşleri gördükçe boy boy erkek çocuk yapası geliyor.


       Kim ne derse desin ben kitaba bayıldım. İlk iki yüz sayfasını nasıl okudum hatırlamıyorum. O kadar çok ola olay olay vardı ki ne oluyoruz oldum. Kitabı tek bir dakika elimden bırakmadım. Hatta bisiklet sürmeyi öğrenmeye kalkıp yara bere içinde cesetten farksız hale gelmeme rağmen dönüşte vapurda okumaya devam ettim. Sonrada bitti diye deli gibi üzüldüm. Kitapta sadece Abby ve Travis değil yan karakterlerde önemli bi yer kaplıyor. Yazarın dili gerçekten iyi ve deli gibi içine çekip sürüklüyor. Daha biter bitmez yeniden okusam diye düşündüm. Ve kitap öyle bitiyor ki aklıma gelmezdi açıkçası.


      Benim hayallerimde Travis kesinlikle Sean Faris. Kas var dövmesi yok ama onları da Adam Levine`den tamamlaya biliriz. Kahverengi saç kaş göz tamam işte.


     Kızıda sarı ama kendini tarif etme zahmetine pek girmediğinden benim sarı uysada uymasada Isabel Lucas.


     Kitapla dinlediğim şarkıya gelirsek Guns And Roses`dan  This I Love ve şarkının Tanrıya duası bana Travis`in sözlerini yalvarışını anımsatıp durdu.
“So if she's somewhere near me
I hope to god she hears me
There's no one else
Could ever make me feel
I'm so alive
I hoped she'd never leave me
Please god you must believe me
I've searched the universe
And found myself
Within' her eyes ”
“Eğer yanımda bir yerlerdeyse
Tanrım umarım beni duyuyordur
Ondan başka kimse
Yaşadığımı bana bu kadar hissettiremez..
Beni asla terk etmemesini umdum
Lütfen tanrım bana inanmalısın
Tüm evreni aradım
Ve kendimi onun gözlerinde buldum… ”


Bu da fanların yaptığı bir iki video.






     Kitabı tekrar okumayı bitirir bitirmez bilgisayarı kucağıma alıp hemen yamalıyım büyüsü kaçmadan dedim. Ben böyle bi çift ne gördün nede duydum. Bahsettiğim şifte gelirsek Julie ve Zack`den başkası değiller. Tıpkı kitabın adı kitapta aşkları da. Her zorluğa göğüs gerdiler imkansızlık içinde çıkış noktaları birbirlerine olan sevgilerinden buldular. Yazarın diğer kitaplarındaki karakterler gibi aşkları durgun sularda başlamak yerine fırtınanın tam olarak ortasında başladı.  


       Kitap iki karakterimizin de geçmişteki anılarıyla başlıyor. Julie Mathison`nun doğumuyla başlayan ama ne yazık ki sıkça rastlanan, insanın insanlıktan utanması gereken zavallı bir başlangıç. Annesi onu daha bi bebekken çöpün yanına iliştirip gitmiş(çok tanıdık geldi dimi). Zavallı kız o koruyucu aile senin bu koruyucu aile benim derken sonunda  Mathison çifti ona bi aile veriyor ve Julie bundan sonraki hayatını ona hayatının iplerini tekrar veren aileye ispatlamak için çalışıyor. İşler bundan sonra Julie için iyi gidiyor ve sevdiği bi ailesi, öğrencileri oluyor.


       Zachary Benedict için aynı şeyin bi süre iyi gitmesi dışında aslında hayatı bok çukurundan pek farklı gözükmedi gözüme. İlk onalar 18 yaşından zengin büyük annesi kapıyı gösteriyor. En sinir olduğum noktalardan biride tam bu sırada gerçekleşiyor. Kardeşi olacak iki zavallı da kendilerini düşünmekten ona sırtlarını çeviriyorlar. Lan sizin kardeşiniz sadece kendi kıçınızı kurtarmaya çalışacağınıza bi kere bari düzgün bi şey yapın da onun arkasında durun ama yok yani. Neyse  adam şanslı hergelenin tekiymiş de bi yönetmen keşfediyor ve Hollywood kapıları ona açılıyor. Sonra gelsin bitmek bilmeyen şöhret para başarı kadınlar vs. Ama bizimki bunlardan doyuyor ve bıkkınlık duyuyor ki tam bu dönemde karşısına Rachel sürtüğü(bu kelimeyi kullanmamak için çok direndim ama kadın için söylenebilecek en iyi tanım bu) çıkıyor. Kadın adamın o sade küçük huzurlu yaşam isteğini ve çocuk arzusunu fark edip bunu ona karşı kullanıyor. Tabi hepsi fasa fiso. Gel zaman git zaman kadın Zack in yönetmenliğini ve başrolde oynadığı filmde kendine başrol biletini alıyor ve rol arkadaşıyla da herkesle birlikte Zack`in gözü önünde iş pişirirken yakalanıyor(kelime yüzünden haklıymışsın sesleri yüksel dimi ne ?). sonra kadın kameralar önünde sevgilisinin elindeki tabancadan çıkan kurşunla nalları dikiyor ama suç kuru sıkı olması gereken kurşun gerçek çıktığı ve daha bi çok detay yüzünden Zack üzerine kalıyor.


        Uzun geçmiş detayından sonra sonunda bizi esas ilgilendiren yere geldik. Adam hapiste suçsuz yere tutulmaya katlanamıyor ve kaçıyor. Yolda aksilikler götünden düşmediği için Julie`yi rehin almak zorunda kalıyor. Saf kızımız durumun farkına varınca macera başlıyor. Sonunda kendilerini bi dağ evinde buluyorlar. Kızın kaçma girişimleri başarısızlığa uğramış olabilir ama kız duracak değil burada da bi kez ve son kez kaçma girişiminde bulunuyor. Niye son kez mi? Tüm dünya adamın suçlu olduğuna inanıyor ama adam sonuna kadar inkar ediyor ve çeşitli sebeplerle kıza lütfen inan suçsuzum gibi kelimeler kullanması da kızımızın onun bakışlarında masumiyetinin belirtilerini görmesi de aslında ne kadar kibar biri olması yada aralarında ki şu muhteşem tutkuda buna etken. Ama asıl sebep kızın öldüğünü düşünüp adamında kendini ölüme terk etmesi. Kız bu saatte sonra kaçsın da ne yapsın. Adam onun ölümüne sebep olma düşüncesiyle bile bu hale geliyorsa kız aslında korkup kaçtığı adam değil  de tüm dünyanın katil sandığı bu adama karşı duyduğu arzu ve sevgi olduğunu anlayıp adamı kurtarıyor. Ee sonrasında olanlar okumazsanız hayal gücüne kalmış diyebilirim. Ardından geçen günleriyse harikaydı komikti. Kızın adamın oynadığı sevişme sahnelerini izlemek istememesi, adamın diğer oyuncuları kız yüzünden kıskanması falan filan.


     Adam durumun farkında. Suçsuz olduğunu ispatlamalı ama kız zarar görmemeli bu sebeple kızı geri göndermekten başka çaresi de yok. Kıza giderken ondan vazgeçsin diye bi torba laf etse de kız tüm dünyaya karşı onu savunur. Zaten anlamıyorum bu vazgeçsin diye söylenen kırıcı lafları. Tamam anladık kahramansın seviyorsun zarar gelmesinde yazık lan karşındakine de sor bakalım o ne istiyor. Anlayacağınız bu sahne izlediğiniz 10 yeşilçam filminin onunda da karşınıza çıkacak bi sahne. Sonrası mı? Deli gibi anlatmak istiyorum ama yorum yazı olmaktan yine çıktı özet yazısı oldu o yüzden susacağım.


     Naçizane yorumlara gelirsek bayıldım tabi ki de. Her satırına her cümleye. Kitapta kızın abisinin aşkı da çok hoşuma gitti. Ve bu kitapta JM ailesine ait bir çiftimiz de var. Cennet kitabının çifti Matt ve Meredith. Onları görmekten çok mutlu oldum. Ayrıca FBI ajanı da Gece Fısıltıları kitabında geçiyor. Orada ona bu kez aşk var ama baş kahraman da değil. Kasaba halkına zaten bayıldım. Şehir hayatında böyle sıcak ailelere ne insan alışık nede mümkün gibi değil sankim. Her neyse kızın adama olan inancının zayıflamasına çok kızdım ama ben okuyorum o yaşıyor her şeyi bilmem ben de olsam öyle yapardım da demeden edemiyorum. O cadı babaannede saolsun işleri karıştırıp adama yine acılar yaşattı ki kızın benini yıkayan da oydu. Adama gelirsek adam gözümde aziz tek laf ettirmem tek kötü söz söylemem. Zaten adama gelen vurmuş giden vurmuş bide Julie`in ona ihanet etmesini hazmedememesi kadar doğal bi şey yok bi kere. Hem sonun da yine dizleri üstüne çöken o olmadı mı? Sanki adam suçlu. Kız  sen git o uyuz deli büyükanneye uy üzerine özür dileyen o olsun. Lan adamı futbol topuna çevirdiniz hep beraber.Katil kim bulunmasa  kim bilir adam daha ne acılar çekecekti orası da ayrı….Katil kim mi? ilk okurken bi çok kişi düşündüm diye hatırlıyorum ama sizi şaşırtacak beni şaşırtmıştı. 


       Yazdıklarımdan(resmen kitabın yarısının özetinden) bi şeyler merak ettiyseniz durmayın okuyun çünkü olaylar daha çok karışacak haberiniz olsun. Eğer bi erkekseniz sevgilinize kitabı önermeyin ilişkiniz yıpranır çünkü adam fazla mükemmel ve kadınla birbirleri için doğru insanlar. Siz okursanız da lütfen kendinizi çok eleştirmeyin doğru kadın için sizde mükemmel olabilirsiniz standart mükemmel erkek olmak çok zordur. Eğer bi kadınsanız iki seçeneğiniz var. Birincisi okur merakınızı giderir . bir an bile pişman olmazsınız ama deli gibi de sizde olmayan bu aşk ilişki macera için yakınıp durur kısa süreli depresyona sürüklenip kendinizi zayıflamaya çalıştığınız şu günlerde çikolataya gömülür bikininizin içine sığamaz bile olabilirsiniz. İkincisi okumaz çok şey kaçırır elde ettiğiniz küçük mutluluklar size yeterli gelir daha fazlasını istemeye korkar ve neler kaçırdığınızın farkına bile varmadan ölürsünüz. Herkese keyifli okumalar.

Şarkım...




     Yine dayanamadım ve sihirli kitabın bu haftaki cumartesi ilk onuna katıldım. Listeyi yaparken sıralamada çok düşündüm sonunda kaba taslak bu çıktı. Daha sevdiğim çok yazar var ama onla sınırlanınca aklıma ilk gelenleri yazdım. Yazarken de fark etim ki cidden umutsuz bi romantiğim. Benim sonum ne olacak böyle???



1.            1.  Judith Mcnaught 
Kim olduğunu söylemeye anlatmaya gerek yok o benim en sevdiğim yazar. Her kitabını gözüm kapalı okurum. Hatta her kitabını defalarca okudum.


1.            2.  Julie Quinn 
İlk defa bi aşk kitabıyla karşılamam kendisinin Şahne Bir Kadının Gizli Günlüğü ile oldu. Bridgerton Serisinden bahsetmeme gerek yok herhalde.


1            3. Julie Garwood
Günümüzde geçen tek bi kitabını bile okumadım ama yazdığı o İskoç karakterli historical romanceların hepsini okudum. Kalemi muhteşem olan bi yazar. Büyü bozulmasın diye okumadığım  bu yüzyıla ait kitaplarını aldım onları da okuyacağım.


1         4.  Lisa Kleypas 
Her kitabı birbirinden harika.  Esprili kalemi ve harika karakterleri, kurgusuyla vazgeçilmez yazarlarım arasında. Ben Böyleyim favori kitabım.


  5.  Sabrina Jeffries
Sharpe Serisi favorim olmakla birlikte diğer kitaplarının da harika olduğunu söyleyebilirim. Kadın   her karakterini eninde sonunda sevdiriyor.

  6.  Rita Hunter
Türk yazar olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Kitapları o kadar harika ki bi Judith kadar seviyorum desem yeridir. Her kitabı gözü kara okunur.


  7.  Laurent Gounelle
Tanrı Tedbil-i Kıyafet giyer kitabıyla kendine hayran bıraktı beni. Mutlu Olmak İsteyen Adamla`da listeme girmeyi garantiledi.


  8.  Dan Brown
Merak ediyorum bu adamı sevmeyen var mı?


  9.  Frans Kafka
Kitap okumayı Dönüşüm kitabıyla sevdim desem garip karşılanır mı? Ama kesinlikle doğru. Bi adamın böcek olma hikayesi ile başlayan serüvenim bugün buralara kadar geldi.


   10.   Paulo Coelho
Simyacı desem bilmeyen çıkmaz herhalde. İnsanı düşünmeye itiyo. Gözüne gözüne bi şeyler sokuyor.

Not: Rita Hunter fotografını yorumbaz.com`dan aldım. Yazarın kendisiyle röportajda yapmış ilgilenenlere.









       Bu zamanın insanı değilim. Özellikle historical romans okurken bunu hissediyorum. İstiyorum ki o zaman ki gibi at arabaları, faytonlar olsun, balolar olsun, mektuplar yazılsın, valsler yapılsın… tabi bunlar için sadece eski zamana gitmek yeterli olmuyor. Üzerine bide Osmanlı toprakları içinde değil de İngiltere`de olmak bide bi asilzade çocuğu olmak şart. Yoksa işiniz var. Çünkü burada yapabileceğiniz en fazla saray entrikası. 


      Neden bilinmez insanlara hangi zamanda yaşamak istedin denilince kimse gelecekte bi zamanı düşünmez, direk geçmişte kendine çekici gelen zaman dilimini söyler. Ve üzerinde düşünme ihtiyacı bile duymazlar. Çünkü cevapları zaten biri sorsun da söyleyeyim der gibi hazırda beklemektedir. Benim içinse 1800`lerin başı. Evde oturayım beyaz atlı prensimi bekleyeyim durumunu göz ardı edersek ben aşk mektupları istiyorum. Bi baloya gidip süzüm süzüm süzülmek, sabahlara kadar vals yapmak, sonunda onun için  her şeyden vazgeçebileceğim adamla tanışmak istiyorum. Kimseler anlamadan gizlice flört etmek, toplumun o kısıtlayıcı kurallarını delmek, onunla sağda solda fısıldaşmak istiyorum. Deli gibi at sürmek, doğanın tadına varmak istiyorum. Etrafta beton yığınları olmadan uzun yürüyüşlere çıkmak istiyorum. Etrafta börtü böcek olsun, kuşlar cıvıldasın istiyorum. İnsanların arasındaki o samimi muhabbeti istiyorum. Herkesin birbirini tanıdığı, sohbetler ettiği ortamlar.


     Sıra hazırcı tarafıma gelince de “Kızım bi kendine gel.” Diyorum. Çünkü o an mantıklı olduğunu düşündüğüm tarafım harekete geçmeye başlıyor. İlki ben elektriği, doğalgazı yani bu mekanikleşen dünyanın bana getirisi olan her şeyi çok seviyorum. Kışın o sıcak suyla yüzünü yıkama olmasa, doğal gibi bi velinimet olmasa yataktan çıkmam ben bi kere. Bilgisayarım olmadan yaşayamam. Bu işin fırın buzdolabı hele sıcaklar geldiği için dünyanın en iyi buluşlarından olan klima ayağı var. Hem ben şimdi bile toplumun azıcık laf etmesine içten içe kudurmuş köpekler gibi bağırırken o dönemde boyun eğmem zor olurdu. Hem sıcak sohbet kısmına ise söylenecek söz yok hayal. Sonuçta dedikodu dediğimiz olgu yirmi birinci yüzyılın son buluşu değil. Etrafta börtü böcek olsun derken yalanda zirveye gelmişim. Bunları söylemek iyide ben böcekten, örümcekten, arıdan, sinekten korkan bi tipim. Sosyeteymiş, baloymuş bunlarda o zamanda tehlikeli. Bu asilikle kesin bi şeyler yapar, bu çeneyle kendimi sosyeteden dışlatırdım. Kaldı ki asilzade olmanın garantisi yok. zaten asilzade değilsen öldüğünün resmi. En azından onların her dediğini yapan sıcak suyunu yemeğini getiren var. Ama değilsen yandın ki ne yandın. Sıcak su için ateş yak, su taşı zor işler. Oh şimdiler de aç musluğu şarıl şarıl su. 


     Romantik tarafım ve teknolojiye dair işimi kolaylaştıran en basit şeye kadar sevdiğim hazırcı tarafımın kavgasında kazanan kesinlikle hazırcı. Bütün bunları niye mi anlattım açıkçası bende pek emin değilim. Sadece animasyonu islediğimde aklıma gelenler içimdeki savaş böyleydi. Herkes insan ilişkilerinin samimi olduğu, teknolojinin hayatı baltalamadığı, doğanın katledilmediği bi ortam istiyor en azından istediğini söylüyor. Ama yaptıklarımız ise tam tersi. Rezidansta oturmak için yırtınan, teknolojinin getirdiği her yeniliğe aç, internet dünyasına, sosyal medyaya kafalarımızı gömmüş kişileriz. Hayal etmek, istemek güzel ama yaşamak bambaşka bişey.


     Animasyonda doğanın güzelliğinde birbirlerine aşık olmuş. Adam kızı kendi dünyasından çekip alıp mekanik dünyanın kucağına götürünce kızın sonunu kendi elleriyle hazırlıyor. Bi çiçeğe hasret kalırken adam saolsun onunda icabına öyle bi bakıyor ki sonunda elinde mekanik bi kalple kalıyor. Mekaniği hayatımıza bu kadar sokmuşken sonu nereye varır bilinmez ama umarım böyle bitmez. Steampunk akımı ile yazılmış. Buhar gücü ve mekanik üzerine kurulu bi senaryosu var. Müziklerinin güzel olması dışında  Chopin`de mevcutken daha ne olsun.


Yönetmen: Andrey Shushkov
Senaryo: Andrey Shushkov
Animasyon: Andrey Shushkov
Müzik: Anton Melnikov (Besteci), Polina Sizova (Besteci), Anna Gudkova (Müzisyen)
Frederic Chopin: Part Of Prelude In A Op 28 nr 7


     Bitmesin bitmesin diye uğraştığım, ama sonunda biten kitap. En sevdiğim kitap desem yeridir. Öyle sevdim öyle bağlandım. Bunu da Judith McNaught klasiği olarak bi kaç defa okumuştum ki blog için bi daha okuma bahanesi yarattım kendime. Pişman mıyım ? Asla. Zaten öle kadar ben bi kaç posta daha okurum. İlk Sen Gelmeden Önceyi okumuştu. Daha sonra fark etmiştim kitapta bayıldığım dük ve düşesin kitapları olduğunu ama keşke bilmeseymişim. Çünkü resmen ailecek onlara hasta oldum. Son kitaptan ilk kitaba doğru tersten okudum ve daha ötesi yok dedikçe her karaktere diğerinden daha çok aşık oldum ama yok yani Clayton`un yeri bi başka. 



      Gelelim kitabın konusuna falan.  Bizim Kara Kurt`umuzun torunun torunun torunun diye uzayıp giden neslinin 9. Dükü Clayton Paris`te milleti parmağında oynatan Whitney`i görür ve ilk görüşte birbirlerine aşık olur demek isterdim ama yok öyle bi şey. Adam görür ve kızı fena halde kafasına takıp gider babasından Allahın emri paranın gücüyle ister ve alır. Ama adam görmüş geçirmiş ve bu hatunu kolay kolay elde edemeyeceğini bildiğinden de nişanlılıklarını ve kimliğini gizli tutarak kızı kendine aşık etme yoluna girer. Ama beklemediği taşlar resmen dağ olur önüne çıkar, çünkü bizim Whitney daha sümüklü bi kızken Paul denen bi işe yaramaza aşık olmuştur. Peki bu Clayton`u durdurur mu? Tabi ki de hayır. Hıh benim ki de soru. Gel zaman git zaman bunlar evlenir ama yazar kitabı -tanrıya şükür- burada bitirmez. Evlendikten sonraki mutluluklarını ve çekişmelerini de okuyup, üzerine bide ilk Sen Gelmeden Önce`yi okuduğum için orda ki Emily`nin Stephen`ı nasıl kandırıp ilk bunu okusam Stephen için nasılda umutlanacağımı görüp, bide bi de üzerine Royce ve Jenyy`nin geleneklerini okumak  çok hoş oldu doğrusu.




     Gelelim kişisel eleştirilere söyleyemeyip içimde tuttuklarıma. Kitabı baştan ele alırsak ilk, Paul falan görünce dedim ne oluyoruz galiba kişileri karıştırdılar çünkü kız deli divane aşık adamın dikkatini çekmek için yırtınıyor yapmadığı şey kalmıyor. Peki ödül ne? Paul kızı bi an bile iplemiyor ve kız Fransa`ya sürülüyor. Herkesin çirkin oğlan gibi gördüğü kız orda milletin aklını başından alıyor ama ne fayda kızın aklı hala Paul`de. Clayton`la maskeli baloda karşılaşınca oh be dedim, sonunda. Ama adam konusunda yanılmışım anlaşılan şayet resmen gitti kızı satın aldı. Lan koskoca düksün girme şöyle kirli oyunlara azıcık cool ol. Sende parayla kız satın alıp evleneceksen…  Ee sen parayla kız satın alırsan kız evlenmem derse yeri hak ettin. Ama hakkını yiyemem kızı elde etmek için çok emekte sarf etmedi değil hani.



     Whitney`nin kitabın başında o çocukluk aşkının peşinden koşması insanı delirtiyor ama. Adam o kadar kızı tavlamak için uğraşıyor, ama yok bizim kız işi uzatıp zora sokacak ya dallandırıp budaklandırıp duruyor. Yeminle  o kız o Paul denen herifle öpüştükçe ben kurdeşen dökecektim. Hala nasıl anlamadı, nasıl fark edemedi bi türlü anlamıyorum. Zavallı Clayton`da saf saf gerdek gecesi hayalleri kuruyordu. Bizim kızın ne haltlar karıştırdığını bilse kahrından ölürdü herhalde. Tamam o da çok masum sayılmaz hani ama olsun yine de çok seviyorum yaa. Hem anlamıyorum adamın kollarında kendinden geç sonra git o Paul dangalağıyla evleneceğim diye tuttur. Adamın senin için yaratıldığının ne zaman farkına varacaksın ki sen. 



     Bizim kızın yaptığı işi yokuşa sürmekti. Paul`ün ne bok olduğunu öğrenip Clayton`a olan aşkın aklına gelince iş işten geçti cefasını o çekti. Her şey iyi güzel hoş Clayton`a aşığım ama hiç bi şey kıza tecavüz ettiği gerçeğini değiştirmiyor. İlk okuduğumda da son okuduğumda da o kadar sinirlendim ki. İstediğin kadar üzül yaptığın şeyin gerçekliğini değiştirmez. Bunun ne bahanesi  olur, nede başka bişeyi. Kız bide yaptığın kötülüğe rağmen sana sarılıp ağlaması yok mu içim parçalandı. Olanlardan sonra ikisi de süründü ama yanlış anlamalar da götlerinden düşmedi.



     Sonuç olarak Clayton savaşı bırakınca savaşma sırası Witney`e geldi. Adamı geri alıp üzerine o cadaloz sürüngen adı Vanessa mı ne olanında ağzına lafı tıkıp, pıtış pıtış evine postalayınca ayakta alkışlayasım geldi. Evli mutlu çocuklu moduna gireceklerdi ki çocuklu kısmında bazı pürüzler çıktı. Kız hamile kalmasına kaldı da bizim Clay başkasından sandı çocuğu. Anlayamadım valla bu adam salak taklidi falan mı yaptı, yoksa hafıza kaybıyla birlikte beyin loplarından birini mi kaybetti. Kızın gözü ondan başkasını görmezken suçladığı şeye bak. Whitney adam tutup dövdürmedi bi tokat attı diye dua etmeli şayet meydan dayağını hak ediyor. Neyse sonunda kız ortadan kaybolunca bizimki beynini kullanmayı başarıp evden kaçan karısının peşine düştü de bizde bebeğin doğumunu görebildik.



      Karakterlere gelirsek ilk Witney`i anlatıp aradan çıkarmak istiyorum. Kız güçlü, akıllı, hazır cevap, arada dalavereci, komik, çocuk, asi ruhlu… Çocukluk anıları Paul için yaptıkları insanı gülmekten kırıp geçirirken hüzünlendiriyor da. Clayton`a az da çektirmedi hani adamın anasından emdiği süt burnundan geldi. Gel gelelim Clayto`aaaa…. Adama aşığım o “Küçüğüm ..Küçüğüm” derken ben kendimden geçtim. Onun yüzünden gri göze hastası oldu. Clayton resmen tanrının çılgın projesi. Adam güçlü, otoriter, şefkatli, zeki, sahiplenici, eğlenceli, tutkulu… Adamın kıza olan tavırlarını buz dağı olsanız dayanamaz erirdiniz o kadar söylüyorum. İstediğini alana kadar durmadı. Nefreti korkutucu, aşkıysa bi gün yaşadıktan sonra hayatımın sonuna kadar sürüneceksem olsun be sürünürüz tarzında. Clayton için ne yaparım derseniz… Onun için çocukluk arkadaşımı üç aslanla aynı kafese koyup -yapabileceğim en büyük fedakarlıklardan biri ama – vicdan azabım artsın diye oturur yenmesini izlerdi. E bide adamın etrafındakilerden kurtulmak için okulun altına zindan kazıp, oraya kapatır başlarına da eziyet çeksinler diye lisede ki “Nazi” lakaplı müdür yardımcısını koymak lazım.



      Kitap azıcık uzun özellikle de okumayı sevmeyenler için. Ama eminim ki okumaktan nefret etseler bile bu kitabı delicesine severler.  Kitabı okurken sıkılmama garantisi verebilirim. Hem eğlenecek, hem gülecek hem de tv izleyeceğinize daha güzel bi şey yapıp okuyacaksınız. Ee daha ne olsun..

    Şarkımsa...

   

Dip Not: Aylar önce yazdım ancak yeni yayınlama zahmetine girdim. Amma üşengecim.



      Bu benim ilkim. Sihirli Kitap`ın Cumartesi İlk 10 etkinliklerini görüyordum ancak daha önce hiç katılmadım. Kendisi tüm bloglara açık bi şekilde yaptığı bu etkinliklerde oldukça hoş ve yaratıcı fikirlerle insanın karşısına çıkıyor. Bende bu kez bunun cazibesine kapılıp neden olmasın dedim ve yazın okumayı planladım kitapları ilk ona indirgedim.





                                         1. Beni Seç
İlk kitabım Beni Seç. Meraktan kudurmakla birlikte kitabı henüz almış bile değilim.



                                 2. Sisli Dağların Ötesinde
Ne yazık ki buda elimde yok ve okumayı deli gibi istediklerimden. Herkes bi şeyler yazdı, anlattı ve benim merakım daha çok arttı.



                                    3. Aşk Senide Vurur
Yazarın en büyük hayranlarından biriyim. Kredi kartımın başını beladan kurtarır kurtarmaz benim olacak.



                                        4. Cehennem
Sevdiğim yazarlardan bi tanesi. Kahvaltı masasında meraktan Da Vinci okumuşluğum var. Bu kitabı kayıp sembolden beri beklediğim düşünülürse, bu yaz garanti okuyacağım.



                                      5. Nisan Yağmurları
Yazara bayılıyorum ki serinin bu kitabını uzun zamandır çevirsinler diye bekliyordum.



 6. Taht Oyunları
Diziyi izliyorum ve yeni bölümler gelmeden önce merakımı tatmin etmem gerekiyor. E bide okuyup izlenmemiş bölümler hakkında konuşup milleti de sinir etmek istiyorum. Psikopatça bi durum.



                                     7. Ruhun Ateşi 
Rita Hunter ve kitap daha çıkmadı. Ama temmuzda çıkacakmış ve alıp bi kaç on defa okumayı planlıyorum.



                                          8. Oniks
Obsidiyen`i okudum ama yazmaya üşendim sonrada kaldı. Ama kitabı beğendim tabi ki de bunu da okumalıyım. O yeşil gözlü öküz ne yapıyor merek ediyorum.



                                9. Melez Sözleşmeleri Serisi
Lux  serisinin yazarı ve yazarı sevdim. Bu da eninde sonunda bu kitap serisini bitireceğimi gösteriyor.



                                         10. Kilitli
Kitap uzun zamandır kitaplığımda duruyor. Tuğçe`nin Kitaplığından çekilişle kazandım ve işin güzel tarafı imzalı. Ama okudum mu? Hayır.



"Ben bir omletim."


      Omlet yapmaya karar verirsiniz ve tam tavaya döktüğünüz sırada telefon çalar. Sonra siz omleti unutup laklak yapmaya başlarsınız ve bi yerden yanık kokusu gelir. Baktınız omlet sizin telefon konuşmasına kurban gitmiştir. Ama hala yenir yaa dersiniz çünkü yenisini yapmaya üşenirsiniz. Onu tavdan zorla kazıyıp çıkarırsınız. Yemeye koyulursunuz ama ne iştah kalmıştır, ne de o omlette hal. İşte ben tavanızdan kazıdığınız omletim. Annemde her sabah beni o yataktan kazımaya çalışıyor. Hatta bazen kadına öyle yalanlar söylüyorum ki beni tanımasa inanacak. Gerçi  daha önce kadının inanmışlığı benimde uyandıktan sonra beni niye uyandırmadın diye kızmışlığım var ya neyse.




     Uyku o kadar güzel ve kutsal bi şey ki aşk üzerine o kadar şiirler, destanlar, romanlar yazılır da uyku için neden yazılmaz anlamıyorum. Benim şu hayatta en uzun süreli aşık olduğum şey yatağım. Uyumayı o kadar çok seviyorum ki bazen karnım acıkmasam uyanmadığım günlerim oldu. On sekiz saatlik uyuma rekorlarım var. İnsanlar depresyona girince deli gibi yemek yerken ben yatağa gömülüp saatlerce uyurum. Çünkü uyurken olduğum kadar beni depresyonda mutlu eden bişey yoktur. Sürekli okul, iş derken uyumaya fırsatım olmadığı için bu ara onun kıymetini daha çok anladım. Gözlerimin uyumaktan altı şişti diye mutlu oldum daha ne olsun. 



     Uyunmamak için her sabah nasıl direniyorum anlatamam. Telefonda beş ayrı alarm var. Abartmıyorum harbiden öyle. Her biri arasında ikişer dakika koydum ki rahat vermesinler yatmayıp kalkayım diye ama yok. Bazen ilkinden sonra hepsini kapatıp yatmışlığım oluyor. Uykum açılsın diye odanın en uzak köşesine telefon koymuşluğum var. Ama yine sonuç hüsran kapatıp yatıyorum. Sevmediğim illet olduğum şarkıları alarm sesi yapıyorum ama onlar bana uyku halinde kuş cıvıltısı gibi geliyor ki uyuyorsam ondan bile hoşlanmam. Gerçi metal müzik dinlerken uyuyan benden bahsediyoruz. Ninni niyetine Metalica dinleyen tek tip olarak tarihe geçebilirim. Uyanmamak için attığım taklalar hele annemi çıldırtıyor. Kadına uyku sırasında öyle yalanlar söylüyorum ki kadın ilk başta inanıyordu ama ben uyanınca ne dediğimi hatırlamayı bırakın, bi şeyler bile dediğimi bile hatırlamadığımı anlayınca bana inanmaz oldu. Uyku halindeyken Kraliçe Elizabeth`in öldüğünü ve bütün mirasını bana bıraktığını, Monaco prensinin benimle evlenmek istediğini, yeni kraliçe olduğum için beni rahat bırakmasını söyleyebilirim ki işin ilginç tarafı annem değilseniz sizi inandırma potansiyelim çok yüksek. 



     Bu animasyon tamamen benim ve benim gibi olan uyumaktan büyük haz alan ancak uyanmak zorunda olan insanların halini anlatıyor. O üşengeçlik, elini kaldırmayı bırak göz kapaklarını açamama hali çok tanıdık çok ben. Anladığım kadarıyla ya Güney Kore ya Japon yapımı ama ne araştırdım nede bi şey yaptım. Anlayacağınız o üşengeç günlerimden birini yaşıyorum. Keyifli izlemeler.