New Girl`i izleyip de bana tavsiye etmeyenler varsa aranızda sizlere kırıldım haberiniz olsun. Friends`den sora deli divane dizi aramaya başladım. Sonunda da New Girl`e düştü yolum. Dizinin güzelliklerini anlat anlat bitmez. İlk tercih ettiğim güzelliği yirmi dakika. Sonra Zooey Deschanel var tüm şekerliğiyle. Bir de dizi komik.


      Zooey Deschanel`ın hayat verdiği Jessica  karakteri -ki kısaca Jess diyorlar- ilk okul öğretmeni. Bir iş gezisinden sonra sevgilisine sürpriz yapıp eve erken dönüyor. Ama asıl sürprizin alasını sevgilisi yapıyor. Hoş bir hatunla bizim kızı boynuzlarken yakalanıyor. O saatten sonra adamla kalmaya devam edemeyeceği içinde kendine ev aramaya başlıyor. Nick, Scmidth ve Coach`la da yolu böylece kesişir. Üç erkeği ikna etmek içinde Cece adında ki manken arkadaş kozunu kullanmayı da ihmal etmez.


      Jesss dünyada ki en pembe gözlüklü insanlardan biri. Sen ona yumurta de o anında sana üç şarkı yazar. Sürekli, her konu hakkında anında şarkı söyleyip duruyor. Her yerinden sevimlilik ve enerji fışkırıyor. Rengarenk kıyafetleri ve garip yüz ifadeleri var. Duygusal ve duygularını anlatmak konusunda abartılı bir tutumu var. 


      Nick huysuz, 30`luk bedendeki 70`lik adam. Kendisi hukuk fakültesini bırakıp barmenlik yapan, faturalarını ödemeyen sorumsuz bir karakter. Hayat felsefesi her şeyden nefret et. Uzun süredir birlikte olduğu sevgilisi de bunu terk etmiş ve acısını gömmeyi başaramamış. Ağlayıp zırlayıp sevgilisini arayan, ama nasıl olduğunu anlamadığınız bir şekilde duygulardan bahsetmeye, duygusallığın yanından geçmeyen bir adam. Beceriksiz, sorumsuz ve aşırı pis, depresif. Ama arada bir durup doğru şeyi söyleyen ve benin en sevmediğim daha doğrusu dizide tek sevmediğim karakter.


     Scmidth….. Dizide en sevdiğim karakter olur kendileri. Bir zamanlar çok kilolu olup, zayıfladıktan sonra beslenme olayına takan, evi temizleyen, alışverişi yapan, düzeni sağlayan ve çulsuz arkadaşlarının maddi yükünü çeken kişi. Böyle söyleyince ok zavallı ve yardım sever geldi ama öyle değil. Dizide ki en uyuz karakter. İnsanları sevmiyor. Tabi zengin, ünlü veya seksi bir kadın değilseniz. Herkesi iğneleyecek bir lafı ve pahalı, çoğu zaman iğrenç renkte olan takım elbiseleri var. 


     Winston var. Dizi ye ikinci bölümde Coach yerine giriyor. Litvanya`da basketbol oynarken sakatlanıyor ve ülkeye geri dönüyor. Dizide ki en şeker karakterlerden birisi. Dünyada soyutlanmış insan. Telefon ve internetten resmen bir haber. Gerçi sonradan iyi toparlıyor. Flört olayından hiçbir şey anlamıyor. Sürekli hüsranla sonuçlanan garip flört tavrı var. Bildiği tek iş basketbol oynamak olduğu içi uzun süre iş konusunda bocalıyor. Birde Nick`in çocukluk arkadaşı oluyor kendileri.


     Cece Hintli mankenimiz. Jess`in çocukluk arkadaşı. Manken tabularını az çok yıkan bir tip. Sert keskin bir tavrı var. Diğerlerine uyum sağlarken, kendi çizgisinden ayrılmayan bir kız. Sevdiği insanı sonuna kadar savunmaktan çekinmeyen bir kadın.


      Ve 3. Sezonla geri dönen Coach. Sevgilisi bunu şutladıktan sonra soluğu yine bizimkilerin yanında alıyor. Coach`la ye iç ama spor yapma. Coach siznle alışıyorsa yorulmayacaksınız, pes etmeyeceksiniz. Çift karakterli gibi. İçinde ki çocukla, sert askerimsi tavrı insanda gel git yaratıyor. Daha yeni bir iki bölüm izledim Coach geldiğinden beri. O yüzden daha onu çözmekteyim.


      Dizi güzel ben sizlere tavsiye ederim. 4 aydır izliyorum daha yeni 3. Sezona geçtim ama bu benim tembelliğimden daha doğrusu vakitsizliğimden. Dizi tam kafa dağıtıp eğlenmelik. Hem benden duymuş olmayın ama harika konuk oyuncular gelip gidiyor.

Not: buraya yazmayı özlemişim. Bir sürü mim var ve ben yapmadıklarım için özür dilerim. Şu ara ne vaktim var ne de keyfim. Her şey azıcık fazla gelmeye başladı. Azıcık kafa dağıtmaya geldim buraya itiraf ediyorum. Yazmıyorum ama birçok arkadaşı okuyorum sessizce. Zaten benden daha azı beklenmez. Kime ne yapıyor merak ederim ben. Şimdilik hoş çakalın.


     İnsanlar izlemek için onar yıl bekledi ama ben bir günde 20 yılı tükettim. Before Sunrise, Before Sunset ve Before Midnight uzun süredir izlemek için direndiğim filmlerden biriydi. Kız kardeşimin uzatmalı bayram tatilinde oturduk ve üçünü ardı ardına izledik. 


       Before Sunrise Amerikalı Jesse ve Fransız Celine`nin trende tanışmalarıyla alıp götürüyor kendini. Trende tartışan bir çiftten rahatsız olmaları üzerine tanışıp, sohbet etmeye başlıyorlar. Sohbet devam ettikçe ilerleyen tren Viyana`da durunca bu Jesse için ayrılma anlamına geliyor. Çünkü Jesse`nin ertesi sabah Viyana`dan Amerikaya giden bir uçağı var. Sorunu ise Celine`den ayrılmak istememesi. Çözümü ise Celine`i onun la inmeye ikna ederek buluyor. Uçuş saatine kadar Viyana`da gezecekler. Jesse`nin çünkü cebinde bozukluk dışında parası da kalmış değil.


      İkisi birlikte şehri dolaşıyorlar ve bu sırada bolca sohbet ediyorlar. Filmin sonunda da tren garında tarih ve saat belirleyip oraya tekrar gelmek için sözleşiyorlar. Şimdi bunu diğer filmlerden ayıran n derseniz pek çok şey. Çok doğal ve tüm klişelerden sıyrılmış olması ilk farklılığı. Gereksiz üçüncü şahıslardan kurtulmuş olması bir diğeri. Şehri onu da gösterelim bunu da gösterelim tarzında bir film olmaması. Neden bilmem ben hep ara plandaki şehre, mekana dikkat edenlerdenim. En can alıcı noktası ise diyaloglar, ettikleri uzun sohbetler.


       Hayata dair pek çok şeyi sorguluyorlar. Aşktan, hayallerden, şanstan bahsediyorlar. İki farklı karakteri, iki farklı bakış açısıyla değerlendiriyorlar. Onlar sorguluyor sizde düşünüp duruyorsunuz. Karakterlerinin farklılıkları her hallerine yansıyor. Onların düşünce dünyasına giriyorsunuz. Jesse`nin bir falcı hakkında düşündükleri ile Celine`nin düşündükleri arasında gidip geliyorsunuz. Filmin sıradışı bir ruhu var. İnsan ona kapılıyor işte. 


       İkinci film ise bu filmden dokuz yıl sonra çekiliyor. Filmde de dokuz yıl sonrasını gösteriyorlar. İlk film bittiğinde acaba buluşabildiler mi sorusuyla açtım ikinci filmi. O yüzden söylemiyorum ve bence bakmayın, filmi öldürmeyin. İkinci filme dair söyleyebilceklerim, yine uzun sohbetleri ve yaşlarının getirdiği konu farklılıkları. Çevre, toplumsal şeyler falan. Sonra üçüncü film ve olgun bir çift karşımızda. 


      Filmleri çok sevdim o yüzden çok şey anlatıp, heves kaçırmak istemedim. Filmi bu kadar geç izlediğim için pişman değilim. Çünkü çekerler mi bilmem ama ben 2022 falan bekliyorum öyle.  Yirmileri otuzları ve kırkları gördükten sonra ellileri görmek hakkım. İzlerken zaten her filmi açtığımda ilk baktığım yer yüzlerindeki değişiklikler. Sonra karakterlerinde ki değişim. 


     İlk resim beyaz duvarıma –annem bilmem ne bilmem ne şeyi diyor renge- asmayı alışkanlık edindiğim postit sözlerden. Onu da Deep`in Aşk Miminden çaldım. Sözler ve mim cevabı fimi hatırlattı yazmadan duramadım. Aklıma gelmişken kaçınız filmdeki Celine gibi hiç tanımadığı bir adamla o trenden inmeyi kabul ederdi?


2007 yılında Doritos, ABD’deki hayranlarını Amerikan Futbol Ligi’nin sezon finali olan Super Bowl sırasında yayınlanmak üzere kendi Doritos reklam filmlerini çekmeye ve göndermeye davet ederek, kendi Super Bowl fenomenini yarattı. Bu reklamlar, yapan kişinin çektiği şekliyle aynen yayınlandı ve Super Bowl sırasında yayınlanan, tüketicilerin yarattığı ilk reklam filmleri oldu!
Doritos, bu muhteşem organizasyonla sevenlerini 1 Milyon Dolar kazanma şansı ve bunun yanı sıra 1 sene boyunca  Hollywood’daki Universal Pictures Stüdyoları’nda Elizabeth Banks gibi yıldızlarla çalışma fırsatı yakalamaya çağırıyor.
Unutulmaz Deneyim 
Bu yıl 9. kez düzenlenen Doritos Crash the Super Bowl’u kazananlar, büyük ödül olarak milyonlarca dolar para ödülü ve hayatlarının sonraki aşamalarında da farklı iş teklifleri aldılar. Örneğin; kendi yaptığı “Fashionista Daddy” reklamıyla 2013 yılında Crash the Super Bowl yarışmasında büyük ödülü kazanan Mark Freiburger, “Transformers 4”ün setinde yönetmen Michael Bay ile birlikte çalışma fırsatı elde etti. Mark, bugün büyük bir yetenek ajansı tarafından temsil ediliyor ve Universal ile FOX gibi dünya çapındaki stüdyoların film projelerinde yer alıyor.
Katılma Sırası Sende
Siz de hazırlayacağınız 30 saniyelik reklam filmini  (sözlü ise İngilizce) www.doritos.com.tr ‘de belirtilen teknik özelliklerle hazırlayıp tüm dünyanın beğenisine sunmak için 9 Kasım 2014’e kadar reklam filminizi çekip, rüya gibi bir iş ve 1 Milyon Dolar sahibi olmak için geri saymaya başlayabilirsiniz!
Katılım koşulları ve tüm detaylar için www.doritos.com.tr’yi ziyaret edebilirsiniz.
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Sitem sesleri yükselir gibi olunca yaz-(s)aklan-kaç`ı kızdırmadan yaptım iki mimi birden. İki mimi de kendisi hazırladı. Ben tembellik ettim ama umarım affeder. Mimim için çok teşekkürler. Oturdum, düşündüm, yaptım, sonuna mimlediklerimi yazdım. İstediğinizi yapın =)



Yazar Mimi
Yazar ne demek?
Bazen seni senden daha iyi anlatan. Aklından geçen karışık cümle yumağını işte bende bunu diyordum dedirten. Senin düşünmediğin, hayal etmediğin kapıları sana aralayandır. Senin baktığını görüp yazandır.
Herkes yazar olabilir mi?
Bence iki tip var. Bir gerçek, sınırları aşan, zamanı aşan. Bir de çabalayan. Yani hayır.
Sen neden yazıyorsun?
İstiyorum. Bu da benim için yeterli.
Beğenilmek ve okunmak hoşuna gidiyor değil mi? Sence bundan dolayı yazarlar megaloman olabilir mi?
Kimin gitmez ki. Ama bende işler biraz garip. Kimse okumadığı zamanda yazıyordum ve umursamıyordum. Kendi yazdığımı bile yazdıktan sonra okumayan bir tipim ben. Tandık birilerine sormam lazım. Megolaman mısın?
Bir yazarla sohbet etmek nasıl bir duygu?
Harika. İstediğimi soruyorum ve kırmayıp cevap veriyor. Bazen abartıyorsun kızım diyorum ama yok ben böyleyim engel olamıyorum.
Yazarların cinsiyeti var mıdır? Bir örnek verebilir misin?
Ya kızan kadın olabilir ama ben hep erkekleri yazmak için daha ciddi buldum. Son dönemde evet kaptırıyorlar ama bakıyorum en sevdiğim yazarlar gerçekten sevdiklerim hep erkek. Yazar deyince kafamda erkek figürü oluşuyor. Tabi bu yüz yıllardır yazmak konusunda erkeklerin egemen olmasından kaynaklanan, klasiklere  kadar uzanan bir şey. Ne bilim dile her şeye yansıyor. Bir kadın yazar elinden çıkan erkek karakter gerçekten çok yazarın düşünceleri gibi geliyor.
Yazmak senin için bir mesele midir, yoksa meşgale mi?
Zaman, komum, ruh durumum soruya farklı cevap verebilir.
En sevdiğin yazın hangisi?
Bir enim olduğu söylenemez.
Yazdıklarının anlaşılırlığı ile ilgilenir misin?
Hayır. Bazen öyle şeyler yazıyorum ki ben bile kendimi anlamıyorum. Diyorum cidden böyle mi düşündüm.


Aşk mimine gelirsek.

Aşkı nasıl tanımlarsın?
Tanımlarsın değil bence tanımlayabilir misin olmalıydı. Aşk her duyguyu aynı anda
 Yaşamak gibi bişey. Aklının bir köşesinde kalan acabayla birlikte.
Sen hiç aşık oldun mu?
Bir yıl önce evet şimdi hayır belki yarın yine evet. Bana aşk hep fazla şüphe etmem gereken bi şey gibi gelmiştir. Benim o konuda kafam karışık.
Hayalindeki aşk nasıl bi şey?
Unutmadığın, değiştirmeye kalkmadan yaşadığın, pişman olmadığın, kendin olabildiğin, ama en önemlisi mutlu olduğun bir aşk benimkisi.
Aşk öznel midir?
Evet. Öznel ve bilemiyorsun kişi için gerçekten ne. Nasıl hisseder, tanımlar, yaşar…
İlk görüşte aşka inanır mısın?
Hımm. Daha önce olduğunu idea ettim. Ama fikir çok romantik geldiğindendi sanırım. Yoksa adını hatırladım.
Sana aşık olduğunu söyleyen birine nasıl karşılık verirsin?
Sürpriz yumurtadan çıkan tipler oluyor kırmadan kıvırıyorum. Israrcı olana gülüp geçiyorum. Lanet gitsin ben hep kaçıyorum.
Aşk bir su mudur içip kudurduğun?
Mutluysan içmeye devam.
Aşkı bilene, derdi çekene mi sormalı?
Aşkı bilen yok da derdi çeken çok. Bana kalırsa derdi çekene de sorma. Yaşanmadan öğrenilmeyen şey bu.
Aşkla vişnenin ne alakası olabilir?
Kırmızı.
Aşkla sevgi karşılaştırılmalı mıdır?
Sevgi bana hep hiç vaz geçemeyeceğin bişey gelmiştir. O yüzden içten söylenen seni seviyorum lafını fazla değerli bulmuşumdur. Ama aşk tanımlayamıyorsun bile. Gün geliyor bitti diyorsun. Sevgi hep daha ağır, daha elle tutulabilir geldi bana. Sizi bilmem ama ben karşılaştırmayı yapıyorum işte.
En etkilendiğiniz aşk filmi hangisi?
Love Story. İzlediğim ilk aşk filmi. Annem izletti diye mi, ilk diye mi, defalarca izledim diye mi, çocukken izleyip bilinç altıma yerleşti diye mi bilmiyorum ama.
En hoşunuza giden aşk romanı hangisi?
Kürk Mantolu Madonna.
Son olarak aşkta romantizm nasıl olur, en romantik anınız nasıldı?

İşin içinde ben varken romantizmin sonunda ya başınız belaya girer, ya da gülmekle meşgul olursunuz. 

Deep, Gül kaptan, Drama, Maya, Şenay Benderli, maviye iz süren, Persephone, Serafina LeGuin, kırmızı çerçeve, bir de ölü gibi sessiz olan Demir bey.

       Bazı yazarlar kitaplarını yazarken okuyucularına zerre kadar acımıyorlar. Bu kitap bittikten sonra okuyucum ne hisseder, nasıl yaşamına devam eder hiç ama hiç düşünmüyor. Hele konusuna bakmadan okuyan okurun nasıl bir bocalama yaşayacağını hiç düşünmüyor. Natasha Boyd`a tam olarak bahsettiğim yazarlardır. İnsafsızca harika bir kitap yazmış. 


       Jack Eversea Hollywood`un gözde oyuncularından biri. Bir nevi Johnny Depp, Bradley Cooper. Ama bunların 26 yaşındaki halleri. James Dean`nın esmer hali. Sonsuz karizma. Görmüş gibi konuşuyorum ama yazar harika bir profil çizmiş. O yüzden bu sözlerimden daha aşağısı olamaz. Yürüyen karizmanın sürtük sevgilisi onu yönetmenin biriyle aldatıyor. Magazin basını da bunun üzerine balıklama atlıyor. Tüm o karmaşadan kaçmak için motosikletine atlayıp, arkadaşının önerdiği Butler Cove kasabasında soluğu alıyor.


       Keri Ann Butler ise Butler Cove kasabasının sakinlerinden biridir. Büyük annesi için buraya taşındıklarından beri kasabadan çıkma hayalleri kuran garson kızımız. Ailesini kaybettikten sonra abisiyle bir anlaşma yapıp, sırayla eğitim hayatlarına yön vermeye başlama kararı alır. Abisi Joey tıp fakültesinde eğitimine devam ederken, o 21 yaşında Butler Cove`da evlerine sahip çıkar. Kasaba halkı ki başı peder çekiyor, evlerine kafayı takmış vaziyette. Kızın soyadından anlaşıldığı gibi ailesi kasabanın kurucusu ama şuan evin fiziksel durumu pekte parlak değil. 


        Keri Ann`in Jack hayatına girene kadar, birkaç arkadaşı, sıradan işiyle sakin bir hayatı vardı. Ne zaman ki Jack çalıştığı yere gelip, ondan hamburger istedi işte o zaman hayatında sakinlik kalmadı. Bir aşkın kurucusu hamburger. Yakın arkadaşı Jazz Jack`in dergiye çıkan haberlerini çekiştirmeye başlayınca kimliğini gizli tutmak isteyen Jack, gece karanlığında,  tek başına kalan Keri Ann`in karşısına çıkar.  Kimliğinin gizli kalmasını isteyen Jack yardım etmesi için Keri`ye güvenir.  Karşılığında evinin tamirat işlerine yardım etmek üzerine anlaşma yaparlar. Yardıma dayalı bu garip arkadaşları da zamanla alev alır.


        Beni bıraksanız sabaha kadar kitaptan bahsederim ama okurken size de bira heyecan bırakmak lazım.  Gizli saklı bir ilişki de, bir sürü dış faktörle mücadele etmek zorunda kalmak işin tabi heyecanını arttırıyor.  Kitapta en sevdiğim şey ise karakterlerin birbirlerine karşı açık olmaları. Öyle lafı dolandırayım, yapmak yerine tamamen dürüstçe bir iletişim kurdular. Tabi bu üstü kapalı olan şeylerin olmadığı anlamına gelmiyor.


        Yazarın dili gerçekten güzeldi. Kitaba dair tek pişmanlığım gece başlamak oldu. Bitiremeden yatamadım, daha doğrusu hiç yatamadan sabah oldu. Tek bir satır mı sıkmaz insanı? Bu kitap sıkmadı. Yayınevi ise çok güzel bir çeviriyle bizi, harika bir yazarla tanıtırdı. Yalnız kitap öyle bi yerde bitti ki meraktan delirmemek elde değil. Yabancı Yayınları`na soruyorum. Siz hiç mi kötü kitap basmazsınız? Kitap kapağı, ayraç ve yayınevinin kitaplarına yaptığı giriş güzelliği bu kitapta da mevcut. Kitabı çok beğenince arkadaşıma tek fotoğraf çekemeden kaptırdım artık geri alınca resimleri değiştiririm. Son söz : Bu kitabı mutlaka okuyun.

Şarkı...



     Vefa Enver hayranı bir arkadaşım masama kitaplarını bırakıp hepsini okumam için bir hafta verdi. Bende Çocuk da Yapamadım serisinden sonra hiç itiraz etmeden okumaya başladım. Tek sorunum yazarın sadece seriye ait üç kitabını okumuş olmam. Buda masadaki yedi kitabı bir haftada nasıl bitireceğim konusunda endişelendim ama hepsi bitti. Bir hafta kadar fena halde uykusuz kaldım ama çok eğlendim her kitabını okurken. Şimdi sırada ikişer içer kitaplardan bahsetmek var.


      İlk şanslı kitap Bana Prenses Deme. Babası tarafından çok sevilen ve bolca şımartılan Nil 19 yaşında. Babasının şirketinde çalışan inşaat mühendisi Murat`a 13 yaşından beri aşık. Onun gözünde bir çocuktan farksız ve artık büyüdüğünü ispatlama zamanı geliyor. Babasının şirketinde stajyer olarak işe başlıyor. Hedef Murat. Onun etrafında ol, baştan çıkar, nişanlısından ayır ve parmağına yüzüğü geçir. Söylemeyi atladım sanırım, Murat bir de nişanlı. 


     Murat`a giden yolda ise Nil`in karşısına Murat`ın nişanlısı Gamze`den daha zor biri çıkıyor,  Yiğit. Yiğit zengin, yakışıklı bir adam ve Nil`in babasına büyük iş veriyor. Sonrasında ise işler sarpa sarıyor. Çünkü Yiğit anlamsız bir şekilde kendini sürekli Nil`le ilgilenirken, düşünürken buluyor. Nil`in Murat`a olan takıntısını fark ediyor ve bunu kıza karşı kullanmaya başlıyor. Bu arada Yiğit efendinin de vazgeçemediği Tuğba`sı var. Tabi bir de 36 küsur yaşıyla arada yaş uçurumu var.


      Nil amacına ulaşmaya başlayıp Murat`ı harekete geçirmeye başlarken her seferinde Yiğit`e tosladı durdu. En çok nefret ettiği insan oldu çıktı. Murat Nil`in farkına varırken Yiğit`te Murat`ın geçmişinin farkına varmaya başladı. Nil`in elinde kalansa intikam, Murat`a karşı hissettiğini düşündüğü duygular, Yiğit`e karşı hissettiğini fark etmeyi başaramadığı duyguları.


     Tuğba güzel, akıllı ve oldukça farklı. Gamze güzel, akıllı ve çok iyi niyetli. Nil`in şansına da her iki erkek için bu kadınlar vazgeçilmesi zor. Onlar için liman, bağımlılık. Nil`de dünyanın en şanssız hatunu. Erkekten yana bolca acı çekmek varmış onun kaderinde de. Böyle acı falan dediğime bakmayın ama siz. Kitap çok eğlenceli. Zaten diyaloglara kıkırdayıp durdum. Nil`de dil pabuç gibi. Murat`ın yanında süt dökmüş kedi, Yiğit`le havlayan köpek. 


      Eğlenceli bir kitap olmasına rağmen duygusal yanları da vardı. Murat`ın tüm o  intikam sebepleri, Yiğit`in sorunlu çocukluğu. İkisi de kolay şeyler yaşamamış ama kişilikleri buna farklı şekillerde tepki vermiş. Ortak yanları ikisini de yaşananlar sert bir çizgiye oturtmuş. Biri bunu gösterirken, biri sırıtışının arkasına saklamış. Nil`se istediğini alan, vazgeçmeyen, büyüdüğünü göstermeye çalışan bir kız. 19 yalında biz nasılsak o da o. Yazarın diline, anlatım tarzına bir kez daha hayran kaldım. Eğlenceli kitapları seviyorum ne yapayım. Kendinizi şımartmak istiyorsanız bence Vefa Enver kitaplarına bir şan vermelisiniz.

Ve şarkımıza gelelim =)



     Uzun zamandır ortalıkta yoktum. Bunun için bir sürü bahane öne sürebilirim. Ama tüm onları anlatmak sıkıcı olduğundan o kısmı geçiyorum. Umarım bundan sonra daha çok vakit ayırabilirim. Sevgili Deve Tuşu ve KitapKokusu beni mimlemiş. Dönüş için iyi fikir diye düşünürken Deve Tuşu ikinci mimle gelince harekete geçtim. Çok teşekkürler sizlere.


Book Challenge Tag

İlk Hayranlığım àSofie'nin Dünyası. Evde bulup okumayı yeni söktüğümde karıştırdım. Bitirmem yıllarımı aldı.
Favori Serim àWestmoreland Serisi. Judith`in her kitabını serisini severim. Kura çektim bu çıktı.
Favori Kitabım à Dabi ki de Dönüşüm (Franz Kafka)
Favori Erkek Karakterim àSherlock. Adam zeki, farklı.
Favori Bayan Karakterim àSusannah Cahalan. Aslında yazar ama Beynimdeki Yangın kitabının ana karakteri. Hayatının bir kısmını anlatmış biliyorum ama mücadelesi beni çok çok etkiledi.
Favori Okuma Saatim àBen mekan zaman tanımadan okurum. Yürürken bile kitap okuduğum olmuştu. Ciddiyim. Fazla heyecanlıydı ve ben ne olacak diye merak etmiştim.



Gelelim ikinci mime. Bu mim kitap gibi sevdiğim şey müzik hakkında.

Müzik denildiğinde aklınıza gelen ilk kelime
Ruh.
Hiç müzikten bıktığınız oldu mu? Veya dinlemeye ara verdiğiniz?
Hiç olmadı. Neden olsun ki?
Hayatınız boyunca hayranı olduğunuz bir ses sanatçısı oldu mu? Posterlerini odanıza astığınız fan dediğimiz türden yani?
Öyle fan derecesinde hayranlığım hiç olmadı. Konserde üstüne zıplayayım, her hareketini takip edeyim falan. Ama duvarlarımın Beatles, Nirvana falan görmüşlüğü var. Bak bir de aklıma geldi. Blue vardı. Orta okula gidiyordum sanırım.
Kitap okurken müzik dinler misiniz?
Evet çok dinlerim. Toplu taşıma araçlarında sesi bastırmak için özellikle.
Çok klasik ama yine de sormak istiyorum. Sizin türünüz hangisi?
Ben kulağıma hoş gelen her şeyi dinlerim.
Asla dinlemem dediğiniz bir tarz var mı?
Rap`le aram hiç ama hiç yok.
Size bir şarkıcı olsanız kim olmak isterdiniz desem?
Edith Piaf
İmkanınız olsa ülkemizde müzikle ilgili neyi veya neleri değiştirmek isterdiniz?
Çok saçma şarkılar yapıp, üzerine çok saçma video klipler çekiliyor. Bir de bolca taklit yapılıyor. Bence bunların hepsini temizlemek lazım.
"Bu şarkı benim!" dediğiniz bir şarkı var mı?
Guns`n Roses`dan This I Love. Bu şarkıyı ben yazmalıydım.
TV lerde bol bol yayınlanan Talk Show programları hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle sunucusunun ses sanatçısı olduğu programlardan bahsediyorum?
Televizyon izlemiyorum.
Kim şarkı söylemesin sorusuna vereceğiniz ilk isim kim olur?
Ben.

Kimler ne yaptı şu sıra inanın bilmiyorum. Ama yapmadılarsa Drama Queen, Dördüncü Tekil Şahıs ve Paranoyak Satırlar yaparsa çok sevinirim.


    O kadar uzun zaman olmuş yazmayalı ki özlemişim sanırım. Tatilin şeyini çıkarmakla o kadar meşguldüm ki her şeyi geri plana attım. Halbuki İstanbul`dan giderken plan bayram sonrasında dönmekti. Ama tabi ki işin içinde ben olunca planlar gümledi. Planla ve programla yaşamayı bir türlü beceremedim. Ben mezun olunca nasıl çalışır hiç bilmiyorum. Galiba herkes haklı sık sık işimden kovulacağım.


    Dedemin yanında olmak cidden harikaydı. Meğer ne kadar özlemişim ben onu. Tabi onu kandırıp yürüyüşe çıkardığımdan o benden pek hoşlanmıyor ama iyi tarafı beş dakika sonra unutuyor bana olan öfkesini. Beni çok hatırlamasa da öğlen uykusundan sonra “Bi kız vardı ortalıkta dolanan” diye beni soruyordu. İtiraf ediyorum o uykuya yatınca bende plaja kaçıyordum bazen. Bide ilk defa bu kadar kalabalık bir bayramım oldu. İşte benim plan bayram sonrası dönüm stajımın kalan son bir haftasından kurtulmaktı. Ama birden kuzenim ve parlak fikirleri ortaya çıktı. 


     Kuzenim olaya bir dünya klasiğiyle girdi. “Hayata bir kez geliyoruz.” Sonra başladı anlatmaya. Dünyada gezilecek çok yer var, hayatın keyfini çıkarmak lazım. Otur otur nereye kadar. Sonra ben kendimi Karadeniz turuna çıkmış buldum.  Ama sonra doğu Karadeniz’i tamamlamışken bizim paralar suyunu çekti. Orta ve batı başka bahara kaldı yani.  O gazla sahildeki bir yelkenliyi çalıp dünya turuna çıkmadığıma şükrediyorum.  Gönül isterdi alalım ama şu koşullarda ancak çalabiliyoruz. 


      He staja ne oldu derseniz, çok akıllı ben kuzenimden rapor rica ettim. Ama o benden de akıllı çıkıp kendi rapor yazmış. Faxı ben göndersem belki şansım olurdu. Geri dönünce adam karşıma geçti geçmiş olsun dedi. Bende doğal olarak sağ olun falan dedim. Çabuk iyileştim falan dedim. Adam da keşke biraz daha kalacağını söyleseydin izin verirdik sende raporla uğraşmazdın dedi. Bende adamın nerden anladığını anlamadım ve mal mal baktım. “Soy isim” dedi. İşte uzun yıllardan sonra ilk defa yüzümün kızardığı an. Teknik olarak hiç yalan söylemedim. Sadece rapor şey yaptım. Yine kötüydü. Kendimi lisede okuldan kaçan çocuk gibi hissettim. Gerçi aynı taktiği uyguluyordum ama daha dikkatli davranıyordum bir zamanlar.


     Sonuç staj sonunda bitti. Dünyanın en mutlu insanlarından biriyim. Tatilde yanıma bir sürü kitap aldım. Sonuç hiçbirini okumadım. Zaten annem bayramdan sonra babamla hepsini geri gönderdi. Tabi bide “ben sana dedim ama sen okumazsın bunları.” diye söylenip durdu.  Yine yeniden haklı. Ama şimdi hepsini okumaya hazırım hem de özledim. Bide yakın zamanda kaçık patronuma uğramam lazım. Yani çalışmaya başlamam. Staj ve tatil derken benim cebim cidden boşaldı. 3 yıldır ilk kez babamdan harçlık istedim. Çok ezik. Tüm  ekonomik özgürlüğüm pencereden uçtu gitti hani. Bir de o para isteme olayından nefret ettiğimi ve utandığımı fark ettim. “Sonuçta harçlığın var mı kızım” sorusuna her gün “Benim param var baba” diye cevap veren kızın yerinde artık yeller esiyor. Galiba şu özgür kız ayakları yüzünden ne baba ne koca parası yemeyi beceremeyeceğim onu da anladık.


     Ah birde okuldan bir hocam aradı asistanlık teklif etti. Aslında bu ikini teklif. İlk teklif eden hocanın yanında şuana kadar hiçbir iş yapmadı millet. Rahatlıkta sınırsız. Ayrıca çok şeker bir insan. Bu son hoca ise azıcık garip. Ne zaman ne yapacağı pek belli olmuyor. Ayrıca dersinden de kaldım hani. Ayrıca fil hafızası var ve çok fazla şey istiyor ve yaptırıyor. Kararsız kaldım sanırım. Aslında kalmadım. Zor hocayı seçeceğim sanırım. Sebepleri tamamen bencilce. Belki bir yıl burda gelip iş yükümden, hocadan yakınacağım ama cv`de onun adı konuşur, şey bide unvan. Sorun o şeker insana benim için deli uğraştın, stajım için uğraştın, cv`me adını yazmam için izin vermişken birde eşimin adını da yaz dedin. Ben kalkıp sana nasıl seni değil onu tercih ettim diyeceğim?  İçimde ki çatışmaya çözüm yolu bi türlü bulamadım. Bakalım mantık mı yoksa o vicdanımsı duygusal kızım mı kazanacak.

Çok şekerler =)




                          “Herkes kendine dair kendine özgü şeylere inanır.”
      Mutlu Olmak İsteyen Adam`ı okuyalı baya olmuştu. İkinci defa okuyunca bu kez bahsetmeden geçemedim. Piyasada gezen kişisel gelişim kitaplarından kat ve kat işe yarayan bir kitap. Kurgunun içine yedirilen mesajlar öyle sağlam ki okurken farkına bile varmadan kendinizi değerlendirme ihtiyacı duyuyorsunuz. 

  
     Julian bir İngiliz ve öğretmen.  Bali`ye tatil için gelmiştir. Tatilinin son günlerine yaklaşmışken duyduğu bir şifacıya gider. Herhangi bir sağlık problemi falanda yoktur. Japonya başbakanını iyileştirip,  karşılığında ödeme olan yerfıstığı alan Samyang Usta`yı doğal olarak merak etmiştir. Ama adam beklediği gibi pek çıkmaz. Ne gösteriş içindedir, ne de bir yaşlıdan fazlası gibi görünür. 


     Julian, Samyang Ustaya hiçbir sağlık problemi olmadığını söyledikten sonra kendini Samyang Ustanın ellerine bırakır. Ama bu ciddi anlamda. Uzanır ve Samyang usta başından ayaklarına doğru vücudunu elleriyle kontrol etmeye başlar. Ayak baş parmağına uyguladığı basınçla birlikte bizim ki de çığlığı basar. Hayatında hissettiği en büyük acıyı o an hisseder. Ayak başparmağının acımasının sebebi ise mutlu olmamasıdır. Bizim usta açık açık başkasının ayak parmağını sıksam acımaz der. Çünkü herkesin ruhundaki acının çıkış noktası başka bir yerdedir.


     Julian`nın rahatsızlığını keşfeden Samyang usta bu kez onu tedavi etmeye başlar. Bu tedavi öyle eczaneden şu ilacı al, tok karnına iç tarzı değildir. Bir psikolog gibi karşısına alır ve konuşmaya başlarlar. Samyang usta birbirinden ilginç gerçeklerden bahsederken, Julian ağzını şaşırmaktan kapayabildiği vakitlerde sorularını sorar. Tedavinin ilacıysa ustanın Julian`a verdiği görevlerdir. 


     Julian aslından bir çok şeyden memnun değildir. Bunları ise Samyang`la geçirdiği zamanlarda keşfetmeye başlar. İşinden memnun değildir ve görevler sırasında aslında yapmak istediğini bulur. Ailesi, kendisi.. o kadar çok şey vardır ki memnun olmadığı. Tabi en çokta kendisine dairdir. Yapmak istedikleri için asla cesaret gösteremez ki bu bence şuan bir çoğumuzun problemi. Kendisine inancı zaten bi çoğumuz gibi hiç yoktur.


     Usta Julian`a çeşitli görevler verir ama bu kendine hizmet etsin diye değil. Aslında tam tersine Julian kendi benliğine hizmet etsin diye. Şöyle ki Julian vücudunu hiç sevmez, hatta sırf bu yüzden özgüveni paspas görevi görür. Vücudundan memnun olmadığı içinde karşı cinsin ilgisinin olmamasından yakınır. Samyang ustada kendimizi nasıl görürsek başkalarının da bizi öyle göreceğini söyler. Bir film dükkanına gidip Julian için kusursuz olan Nicole Kidman`nın soyunduğu film olan Gözleri Sımsıkı Kapalı filmini izlemesini ve orda Nicole`e sadece bir kadın olarak bakmasını söylüyor.  Böylece onun kusursuzluğunun özgüveninden kaynaklandığını görüyor.


      Hayır cevabı almaktan korkuyor mesela. Bu yüzdende kimseden kendisi için bir şey isteyemiyor. Usta hayır cevabının kolay kolay alınamayacağını söyleyip ondan bir gün içinde beş tane hayır cevabı toplamasını istiyor. Julian`da milletten işeyler isteyip hayırlarını toplamaya koyuluyor. Ama bende onunla birlikte “hayır”ı almanın ne zor olduğunu fark ettim. Bundan daha farklı görevlerle yavaş yvaş kendini keşfetmeye başlıyor. Ve kitap kendine dair  gerçekleri görmeni sağlarken bir yandan da sana alternatif çözüm yolları sunuyor.


      Laurent Gounelle ile tanışalı baya oldu sanırım. İlk Tanrı Daima Tedbil-i Kıyafet Gezer kitabını okudum. Sonra çıkar çıkmazda bunu. İncecik ve çabucak okunan bi kitap. Dili son derece ustaca kullanıp tek sayfası bile sıkmıyor. Tavsiyem iki kez okuyun bir kez de değil. İkincisini mümkünse ağır ağır.
NOT: Görme engelliler için sesli kitap okumak isteyen bir arkadaş vardı. Bilgi istemiş. İletişim kısmına yazmış ancak mail adresini yanlış yazmış. Güzelim oturdum kombinasyon yaptım abartısız 3 saat denedim farklı farklı ama yok olmadı. Eğer bunu okuyorsan mailin hazır haberin olsun.

Şarkımsa....



Bayramın son günü ama yetiştim. Herkeslerin bayramı kutlu olsun. Gönül isterdi ilk gün kutlamak ama hayatımda ilk defa gerçek bayram nasıl oluyor onu incelemekle meşguldüm. Bizde herkes bu yerdedir. Çocukluğumdan beri maksimum bir teyze bir amca gördüm bayramda. Iki akraba dışında gerisi bir iki anne baba kuzeni o da şanslıysam. Benim için bayram her zaman tatille eş anlamlıydı. Ama bu kez bir sürü akraba eş doatla bayram nasıl geçirilir onu anladım.

Dedem bu dünyada kardeslerimden sora en sevdiğim insandır. Diğer dedem para verirken o bizi her        gördüğünde kulağımın arkasından bazen benim cebimden çıkarttığı çikolatalar verirdi. Bir arkadaşım diğer dedemi daha çok sevmediğim için salak olduğumu söylüyor.

Dedem yıllar boyunca ülkeyi dünyayı dolaştı durdu. Nerden ne zaman  çıkar bilinmezdi. Bir iki bayram ancak girebilmisimdir o da pat diye Istanbul'da ortaya çıkınca.  Sonra dedem hastalanmaya başlayınca doğduğu topraklara geri döndü.

 Ilk başta ufak şeyleri unutuyordu. Üç yıl önce bana sen kimsin diye sordu.  Işte hayatımın en boktan anlarindan biri daha. Bir yıl önce annemu unuttu. Bir tek kızıl cadıyı unutmuyor. Nasıl bir aşk henüz anlamış değilim.  Yıllarca peşinden bir evet için koşmuş. O günden sonrada hic yanından ayırmamış. Anneannem pekte huysuzdur. Dedemi nasıl kandırdıysa. Dedem hastalanınca teyzem emekliyim nasıl olsa dedi taşındı.  Dayım tayinini istedi gitti. Diğer dayım hem tüm islerin başına geçti hemde dedem yalnız kalmasın diye yanına gitti. Şimdi onada düşen bolca yolculuk.Annem pek hayırsız gibi gözükse de sık sık ben babamın yanına gidiyorum diyip ortalardan kaybolur.

Bu yıl ailece bayramı dedemin yanında geçiriyoruz. Herkes tüm kuzenlerim burda. Dedem hala beni hatırlamadi. Belki hatırlar diye  bekliyorum. Anneme anemi soruyor, anneannesinde öğrendiği rumca türküler söylüyor bazen. Bazen hatırlayamadı diye üzülüyor. Ama tüm bunlara rağmen bazen eskileri hatırlayıp gülüyor.

Burda o kadar çok kişiyle bayramlastim ki. Ilk üç saat hersey iyiydi. Sonra isim yüz kalmadan gelenlerle tanış bayramlas. Bana meğer yetiyormus beş altı el öpmek.  Ama bu sayede el ölmekten gerçekten nefret ettiğimi bir kez daha anladim. Tanımadığım insanın elini öpmek nedendir zaten. Ama büyük diyosun bide böyle yetistirilince sevmesende yapiyorsun işte.Dedemle olduktan sonra zaten geriside önemli degil.

Bi de bugün dogum günüm.  Dedemle kutladigim ise dördüncü doğum günüm.  Bu kadar çok kuzen dayı  teyze ve hatta tatilde buraya gelen amcayla ilk. 21 yaşına girmekten memnun olmasamda telefonum çalmadan doğum günümü fark etmediğim icin çok mutluyum.  Dedemle bir doğum günü daha kutladığım için daha çok mutluyum. Tabi bir yas daha yaslansamda saçımda beyaz yok diye de mutluyum. Bana iyi ki doğdun o zaman.

Sevgili Deeptone beni mimlemiş. Çok teşekkür ediyorum ona.
Aşk mı bağlılık mı?
Aşk.
Gurur mu teslim olmak mı?
İkisinin de fazlası zarar.
Sarışın mı esmer mi?
Azıcık renk ırkçılığı olacak ama esmer olmasın da.
Yeşil göz mü mavi göz mü?
Gri
Et mi tavuk mu?
Tavuk.
Karpuz mu kavun mu?
Karpuz.
Altın mı gümüş mü?
İkisini de sevmem.
Kedi köpek mi?
Tabi ki köpek.
Beyaz mı siyah mı?
Siyah.
Yağmur mu güneş mi?
Kuşkusuz güneş.
Mesajlaşmak mı aramak mı?
Aramak daha samimi ve pratik.
Bodrum mu Çeşme mi?
Çeşme.
Deniz mi havuz mu?
Deniz.


Mimlenmeyen kalmamıştı sanki =)

Herkese merhaba. Acelem olmasa sizleri yormazdım ama cidden yardıma ihtiyacım var. Mevzu şu benim dahil istediğim bir latform var ve ona giden yolda TED Talk`tan geçiyor. TED Talk`ı duymayanlar için şöyle söyleyebilirim paylaşamaya değer fikirlerin ortaya konulduğu bir platform. Konuşmaların kapısında efsane kuyruk olan uluslar arası bir organizasyon. Benimde bu konuşmalardan biri hakkında kompozisyon yazmam lazım. Ama çok var. Ve ne kadar izlersem izleyeyim bi türlü karar veremiyorum. Sizden istediğim daha önce izlediğiniz ve hoşunuza giden konuşmaları bana önermeniz. Hiç izlememiş olanlarınıza da mutlaka izlemelerini öneriyorum. Hatta bana önermelerini.
İngilizcem az derdiniz olmasın burda Türkçe alt yazılılı linkide paylaşacağım. Beğenilerinizi yorum olarak yazarsanız çok sevinirim. Bir de sürem çok kısıtlı, lütfen sonra bakarım demeyip bi karıştırın.
Lütfen size ilham veren konuşmaları benimle paylaşın =)

https://www.ted.com/talks/browse?language=tr&page=1