Korsan varsa bende varım. Karayip Korsan`ları filmiyle o tek gözlü, bir kolundaki el yerine kancası ile çocukluğumun korsan unsuru tamamen değişti ve romantik bi hava aldı. Bi kaç korsan karakter içeren kitapta üzerine cila attı. Brenda Joyce`la da Maskeli Balo ile tanıştım. Bir Avuç Deniz ile de korsan karakterini okudum. Gerçi o kitapta korsan harbi kötülük doluydu ya neyse.


        Korsan bi adam ve bi korsan kızı. Cliff De Warenne daha on dört yaşında evini terk edip, kendini denizlere atmış. Bir kontun üçüncü oğluyken alması gereken bi dolu sorumluluğu yoktu nasıl olsa. Sonra yıllarca denizlerde saltanatını İngiliz devletinden torpilli bir korsan olarak sürdürüyor. Bildiğiniz  yasal korsan. Tabi kadınlarda etrafında pervane. Ne de olsa yakışıklı, karizmatik ve güçlü bir erkek. Biri prensesten biri bi cariyeden ikide çocuğu var. Yani evlenmek içinde zerre sebebi yok. Ne de olsa deli gibi sevdiği çocukları, egzotik güzellikte sevgilileri var.




          Amanda Carre ise erkek çocuğumuz. Babası yeteneksizliğinin kurbanı olup yakalanmış bir korsan ve darağacına son bir adımı kalmış bir baba. Amanda henüz küçük yaştayken soylu annesinin kucağından babası tarafından koparılıp alınmış bir çocuk. Eee o kadar erkeğin içinde büyürsen, bide bunlar korsan olursa o kızdan etek elbise giymesini bekleyemezsiniz. İyi kılıç kullanması, bir denizci gibi küfretmesi,  hedefini on ikiden ateş edip vurabilmesi, geminin direklerine bir maymun gibi tırmanması, bi korsan gibi dümeni idare edebilmesi ise marifetleri arasında. Tabi bütün bu marifetleri babasının idamından sonra İngiltere`ye sosyetenin göbeğine sürüklenen Amanda`nın  hiçbir işine yaramaz.


          Amanda babasının hayatını kurtara bilmek için deli gibi çırpınırken yolu Cliff`le kesişir. 17 yaşında toy kızımız boyundan büyük işlere kalkışınca bizim beyaz gemili prensimiz olaylara dahil olur. Amanda`nın babası idam olur, Amanda Cliff`in sorumluluğuna kalır. Bir gemi, altı haftalık bir yolculuk, ateş barut diyeceğim ama saolsun Cliff dedirtmedi. Çünkü kız kovaladı, Cliff kızara kızara kaçtı. O kadar çapkınlık yapan arsız herif bildiğiniz küçücük kıza madara oldu. Kız ne dese kızardı, bozardı, kaçtı. E bu kız korsanlar arasında yetişmişken açık açık herşeyi konuşmazsa olmazdı. Ama sanki Cliff annesinin eteği altında saklanan bi oğlandı.


            Kızardı diye üzerine çok gittim ama aslında kötü pısırık bi adam değil. Sadece kızı korumaya çalışıyor herkesten ve kendinden. Amanda`da ne yapsın ona aşık ve onunla birlikte olduğu sürece sıfatının ne olduğu umurunda değil. Hanımefendi olmak, takılar takmaksa umurunda bile değil. Zaten annesine gideceği için heyecanlı ve kabul edilmeme olasılığına karşı derin korkuları var. Zaten babasını kaybetmiş ve çok üzgün. Gerçi eli sopalı, kendi çocuğuna şiddet uygulayan tiplere zerre sempatim yoksa da babadır sevmiş diyorum.


            Bizimkiler İngiltere`ye geliyor. Amanda`dan bir hanımefendi yaratma peşine düşüyorlar. Herkesin gördüğü ama Cliff`in göremediği ise her De Warenne erkeği gibi bir kez ve son kez aşık olduğunu fark edememesi. Kitap baya olaylı olunca tabi ben de dayanamayıp az çok çıtlatıyorum, kendimi tutamıyorum.


          Kitapta sinir olduğum yerler vardı. Hadi ama itiraf et, bişey yap diye söylenmekten kendimi alamadım. Zaten tüm sorunlar kızı bulmuş bari aşk acısını Cliff çekseydi. Oh valla herşey ona güllük gülistanlıktı. Ailesi de yanında. Ahh Amanda ahhh. Olan sana oldu. Ama yine de yazar güçlü bi kadın karakter portresi çizip sorunların altından kalkmasını sağlamış. Zaten yazar olaya da doyamamış.  Hiç tansiyon düşmedi kitap boyunca. Üzerine bide çevirisi iyiydi. Yazar da akıcı bi üslupla yazınca, Cliff`in mükemmel hayatına rağmen sevdim. Hızlıca okuttu kendini. Tabi bi de seriye ait olduğundan merak unsuru da yüksek oluyor. Brenda sevdiğim yazarlardan ve ben bu kitabını da sevdim. Zaten aile serilerine karşı zaafım var. Herkese koca koca okumalı günler .

Şarkımmmmm....




          Okudum okudum bende okudum diye bağırmak istiyorum. Bu ara dersler, sosyal faaliyetler, kurslar, iş derken kendime biricik kitaplarıma vakit ayıramıyordum.  O yüzden bir kitap daha okuyabildim diye aşırı mutluyum. Ağzım kulaklarımda. Pena yayınları güzel kitaplarla atak mı yapıyor yoksa bana mı sürekli denk geliyor anlamadım.


          Nell Hawthorne arasında iki gün yaş farkı olan, birlikte büyüdüğü arkadaşı  Kyle Calloway`e aşık olur. 16 yaşına geldiklerinde birbirleri için arkadaşlık duyguları dışında şeylerde beslediklerini fark ederler. İkisi de popüler ve güçlü ailelerin çocuklarıdırlar. 18 yaşlarına kadar iki yıl çok mutlu bir birliktelikleri olur. Filmin sonunda oğlan kıza evlenme teklifi eder. Kız kabul eder  ve mutlu mesut yaşarlar. Son cümlemi görmezden gelin çünkü bu benim kafamda yazdığım son. Gerçekler ise oğlan kıza evlenme teklif eder evet;  ama kız kabul etmez. Neden mi? Çünkü kızın beyni var. Henüz genç olduklarını ve büyümeleri, hayatlarını yaşamaları gerektiğinin farkındadır. İkisinin de farklı şehirlerde okula devam etmek istediği gerçeğinin oldukça farkındadır. Ve bi fırtınanın ortasında edilen evlilik teklifinin sonunda Kyle devrilen bir ağacın altında kalarak yaşamını yitirir.


         Kyle`nin cenazesinde Nell 11 yaşından beri görmediği Kyle`nin abisi Colton`la karşılaşır. Kitap kapağı arkasına göre yıllar sonra karşılaşıp tatlı bir çıkmaza giriyorlar. Burada da editör kapağa kendi hayalini yazmış olsa gerek. Çünkü ben hiç tatlı bi çıkmaz göremedim. İkisi de yaşadıkları kayıplarla yara almış insanlar. Birbirlerini gördükleri andan beri farkında oldukları çekime karşı vicdanları, çelişkileri, yaşadıkları acı dolu tecrübeleriyle savaşmak, birbirlerinde teselli aramakla aramamak arasında gidip gelen iki insan için “tatlı bir çıkmaza doğru gitmek” ifadesini kullanmak yazara bence haksızlık.  Yazar orda harbiden bi drama bizi şahit ediyor. Karakterlerin ağzından söylediği nükteli sözler bence kitabı direk romantik komedi kısmına atmaz.


         Gelelim sinir olduğum kısma. Yazar Klle ölmeden önceki dönemde onunla neler yaşadığını hissettiğini anlatmış. Hatta o kadar iyi ve uzun ki dedim heralde yanlış kitap okuyorum. En baştan duyguları tek tek işleyip anlatmış. Bence sebebi yazarın fazla sadist olup, çocuk ölünce kızın yaşadıklarını daha iyi hissetmemizi sağlamak, kızı daha iyi anlayıp, onun acısına bizi ortak etmek. Çünkü diğer yazarlar bu konuda yapacakları Colton`la karşılaştıkları yerden başlayıp Kyle`den bahsetmek, bu yolla bize acıyı vermek olurdu. Ama yazar direk eline bıçağı almış karnımızın ortasına saplamış.


       Colton ilk ortaya çıkınca dibim düştü derler ya bende işte tam olarak o oldu. Aşırı cool, az konuşan, soğuk tiplerdendi. Ama yazar ikinci bölümü Colton`un ağızından yazınca hop bi baktım Colton başka bi kategoriye terfi. Onu duymak, düşüncelerini bilmek edepsiz, tatlı, inanılmaz çekici adam kategorisinin baş köşesine koydu. Tabi ondan dinlerken kız gözüme o kadar ulaşılmaz ve ulvi geldi ki. Kız kaçıyor umursamıyor sanki Colton kovalıyor gibiydi. 


        Üçüncü bölüme geldim bir de baktım ki kız çoktan adamın kucağına atlamaya hazır. Lan daha dün Klye`e nasıl aşıktın bu ne hız diyesim geldi. Ama burada hata yazarda. Başta niye anlattın ki onu. Yada hadi anlattın bu kadar mükemmel niye anlatır da neredeyse bana Colton`u harcayacak vaziyete getirirsin. Çünkü ben Kyle`yi pek bi sevdim. O karakterle seri yazarım ben o derece. Tabi bu Colton`nun ne kadar muhteşem olduğunu ondan ansiklopedi yazabileceğim gerçeğini değiştirmez.


      Olaylar Colton ve Nell için baya karışıyor. Çünkü ikisinin de ağır problemleri, geçemedikleri, geçmeye korktukları çizgileri var. Yazar zaten son sayfaya kadar olayları tırmandırmış. Karakterlerin ana iletişim bağı ise müzik. İkisinin de müzik için sebepleri var. Colton`nun geçmişi zaten birileri için şiddet duygunuzu kabartıp, Colton için sevginizi arttıracak.


      Ben kitabı çok sevdim. Okumanızı tavsiye edebileceğim kitaplardan biri. Yazar olayları iyi kurgulayıp, duygu geçişlerini karakterlerle birlikte sizlere de çok iyi hissettiriyor. Dili sade ve akıcıydı. Okumak kolay oldu. Kaldı ki son sayfada kitapta geçen tüm şarkılar vardı. Bu da kitabı daha bi çok sevmeme sebep oldu. Herkese koca koca okumalı günler.

Şarkıı...




         Sonunda sınavlarım bitti. Vize demek aç, susuz, uykusuz ders çalışmak demek. Abartıyorum yine. Uykusuz çok kaldım ama aç zaten kalamam, dayanamam. Zaten sınavlarımın çoğu da kötü geçti. Yırtınıp çalıştığıma üzüldüm. Tembel benin sınavları bundan çok çok daha iyiydi. Bende hazır hafta sonu girdi diye elime Vefa Enver`in kitabı Neyse Ki Çocuk Yaptım`a aldım.  


           Uzun zamandır Vefa Enver`in kitaplarını görüp, göz ardı ediyordum. Bi kaç arkadaşa, blog sayesinde yeni tanıştığım arkadaşlara falan sordum ama şansa bakın ki kimse okumamıştı. Bende rast gele artık bi yerden başlayayım dedim. Çocuk Da Yapamadım Kariyer De ve Bunu Sen İstedin`de aynı karakterler var diye aldım ama Bunu Sen İstedin`le daldım olaya bi on sayfadan sonrada fark ettim ki ilk kitap değil. Aradan baya zaman geçti işte ben Neyse Ki Çocuk Yaptım`ı aldım ve okuyunca hepsine toptan bi yorum yapmalıyım dedim.


          Gelelim kitaba. Otuz yaşına gelmiş üç kızın aşk ve iş hayatlarını anlatıyor. Aslı gurubun duygusal, karakteri, Ahu iş manyağı, dominant karakteri, Sibel`se hızlı çapkın, gamsız hatun. Hepsinin aşk hayatı bi yerden sonra sarpa sarıyor, sarmış olanında kafasına dank ediyor. Ahu`nun biricik sevgilisi Can Ahu`nun iş hayatında yapmış olduğu hataları, intikam almak uğruna özel hayatlarının ortasına taşıyor. Sonuç iki isinde acı ızdırap. Bizim Sibel`de Baran adında zengin, yakışıklı bi odunla tanışıyor. Bu odun öyle bi odun ki, erkekleri parmağında oynatan Sibel, bu kez odundan ziyade Himalaya Dağlarına çarptığını çok sonra fark ediyor. Aslı ise adını bile hatırlamadığım bi sümsükle yürümeyen ilişkisini bitirdi. Hatta bu ilişki nasıl derseniz Girls`ün ilk sezon beş bölümünü izleyip Hannah`ın ilişkisine bi bakın derim. Zaten kitabı okurken yer yer karakterleri Girls kızlarıyla bağdaştırmadım değil ama  Girls kızlarının durumu hala vahim.


          İkinci kitapta ise hikayetam olarak kaldığı yerden devam ediyor gibi. Aslı sümsükten sonra patronuna aşık olmuş ve harika bi ilişkileri vardır. Can ve Ahu durumu düzeltmiş bide üzerine hamiledir. Sibel ise Baran`la nikah masasına oturmasına dakikalar kala vaz geçmek üzeredir. Nikahla başlayan olaylar başlayan karışıyor.  Sibel ve Baran evleniyor ama ilişkileri trafo gibi, yaklaşanı yakıyor. Sürekli bi savaş alanı. Hakan Aslı`sıyla evlilik hazırlıklarında ama Aslı`ya sürpriz bi kötü kaynana faktörü var. Ahu`ya hamile ve hamile kadın nasılsa öyle.


         Üçüncü kitaba gelirsem en dikkat çeken ilişki Kadir ve Nazlı. Nazlı ikinci kitapta Aslı`nın kardeşi olarak  hayatlarına daldı. Kadir`de bizim dağ adam Baranın kardeşi. Aralarındaki ilişkide Baran-Sibel ikilisini aratır cinsten. Aslı zaten Amerika`ya çekip gitmişti. Hakan burada o orda derbeder. Sibel Bunu Sen İstedin kitabında boyna çekti diye olsa gerek yazar bu kitapta yüzünü güldürdü. 


            Olayları çıtlattığımı belirterek yorumlara gelirsem; ben Vefa Enver kitaplarını çok sevdim. Kitapları bi kere çok eğlenceli. Okurken eğlendiğim, güldüğüm kitapları ben çok seviyorum.  Tabi bu demek değil ki her şey günlük gülistanlık. Bi kere Baran öküz. Bu yüzden olsa gerek kitaptaki en sevmediğim karakter tabi Haka`nın eski karısı Sema`dan sonra. Üçüncü kitaba kadar cidden Sibel niye bu öküzle birlikte anlamadım. Allahtan son kitapla sempatimi az çok kazandı. Hakan is tam bir centilmen.  Aslı`ysa sakar, saf, salak halleriylekendime en yakın hissettiğim karakter. Ahu ilk zaten bi canavar gibi geldi gözüme ama yine dayanamadım çok sevdim, o psikopat iş aşkıyla. Can ise bence aralarında ki en normal karakter ama onunda yaptığı hata kafasına merdane indirmelik.


        Kadın karakterler bi kere çeşit çeşit. Hani şu kitaplarda yazan mükemmel kadın tipleri vardır. Erkeğe yaklaşırken hesap yapmaz, her şey spontane gelişir, attığı adımlar tamamen hesapsızdır. O kadın ki gururdan ölür, deli gibi acı çeker ama adama aşık diye intikam bile almaya kıyamaz, ben köşemde acı çekerim, senin için her fedakarlığı yaparım der. İşte bu kitapta öyle şeyler yok. Kadın beyninden çıkıp kaleme alınan bu karakterler etrafta olan tipik kadınlardan. Mesela Sibel.  Hem o hesapsız olaylarda yalan. Biz ki mesaj atarken bile noktalama işaretlerine anlam yükleyen türüz. O yüzden hiç birbirimizi kandırmaya kalkmayalım.


         Yazar severek okurum ne yazmış bakmam dediklerimin arasına bodoslama daldı. Leyla Gibi Kitabınıda okumuş çok sevmiştim. Zaten kalemini çok beğendim. Bi anda insan kendini olayların içinde buluyor sonrada çıkmak istemiyor. Hele bu Aslı, Ahu, Sibel ve Nazlı olunca bi kitap bi kitap daha dedirtiyor. Okurken Eğlenmek isteyen herkese tavsiyem. Erkeklereyse kadın beynine dair ipuçları verdiği için önerimdir. Koca koca okumalı hafta sonları.

Şarkımsa,





      Geçen hafta ilk defa oy kullandım. Otuz küsur günle geçen seçimlerde avucumu yalamak zorunda kalmıştım ama olsun. Neyse işte seçimlerden istifade Pazar gününe plan yaptım. Yatak ve kitap. Bu sayede uzun zamandır okumam için beni bekleyen kitap bitti.


      Julie Garwood hayranlığım var benim. Kendisi sayesinde İskoç erkeklerine aşık olmak ne demek öğrenmiş bulunmaktayım. Kitap kahramanımız Sam Kincaid`e İskoç asıllı bir FBI ajanı. Çifte vatandaşlık sağ olsun. Sayesinde Lyra kendi İskoç`unu buldu. 




       Lyra bir sinema öğrencisi ve mezuniyeti için anahtar olan derslerden biri için bir belgesel çekmek zorundadır. Hocanın gözüne de girebilmek için duvarında gördüğü şimdilerde çöplük olan yemyeşil parkı ele alır. Kamerasını yerleştirir. Haftada bir falanda uğrayıp kayıtları alır. Yine rutini gerçekleştirdiği bir gün büyükannesine giderken bir bahçe satışında durur. Gözü dönmüş ev sahibi tüm eşyaları bedava vermektedir. Ne güzel dimi? Lyra`da kadının kocasının ilk basım, üzerine bide imzalı Gazap Üzümleri, Yüzüklerin Efendisi… Sorun zaten bunda değil Lyra gittikten sonra gözü dönmüş kadının, eve gelen kocasını vurup ardından intahar etmesi. Buradaki sorun unsuru da ölen adamın peşinde olan mafya mensubu arkadaşların, kızın aldığı kitap ve cd`ler içinde bir video. 


       İşte bundan sonra olaya Sam katılıyor. Lyra`nın ev arkadaşı Sidney`in abisinin hayatını kurtaran Sam bir anda aile ye ve sorunlara dahil olur. Kızların evini basan adamlardan sonra Sidney`in abisi Alec kendi hayatını da kurtaran meslektaşı Sam`den kızlara göz kulak olmasını ister. Sam`e de Lyra`ya bakıcılık yapma görevi düşer. Eee aksiyon filminde bile aşk varken Julie`nin yazdığı kitapta olma mı? Ateş, barut ve patlamalar.


      Lyra`nın başı açık ve net fena halde dertteydi. Bide üzerine aile sorunları. Büyükannesinin parasına göz dikmiş nefret edilesi bi aile kolay iş değil. E bide bizim sürpriz yumurtamızdan Sam çıktı. Kız için aşk sorun çünkü Sam “ben bi odunum, aşık olamam” triplerinde gezdi durdu. Sonunda ne mi oldu, kendi kalbini vermek koşuluyla bırak kızı, kızın çılgın büyükannesinin bile kalbini çaldı.


      Kitabın aksiyonu eksik olmadı. Bu yüzden olsa gerek duygusal olarak çok derinlere girilmiş bi kitap değil. Zaten aksiyon olayları da fena halde ters köşe yaptı. Kimden ne kötülük bekliyorsak altından başkaları çıktı. Uzun  zamandan sonra ilk defa bi kitapta  katil kim oyunu kaybettim. Kaybettim ama mutluyum. Çünkü kitabı çok sevdim. Bu FBI serisi gibi bişey ve ben Ateş ve Buz kitabını okuyup onu da çok sevmiştim.  Julie Garwood bi İskoçla daha gönlümü fethetti. Sizlere koca koca okumalı günler. 

Bu aralar sakin sakin dinliyorum=)