İçime öküz oturdu. Yazara sorarım bu kadar güzel bir kitap yazıyorsun madem neden 672 sayfa yazarsın. Sen yapsana şunu cilt cilt. Ya da içine bir sürü sıkıcı detay koysa, uzun uzun betimlese, diyalogların içi boş olsa da bende sıkıntıdan ölsem. Harika bir kitap yazmış sonrada beni bu durumlara düşürmüş diye yazara kızgınım. Uzun zamandır ilk defa bir kitabı bu kadar severek ve eğlenerek okudum. Şimdi arkanıza yaslanın da size Duygu`dan, Sedat`dan, Bekir`den ve Alim`den bahsedeyim.


     Duygu için “Bekir candı, Ali kandı, Sedat aşktı.” Onun hayatını kurtarmışlar, kurtarmakla da kalmayıp onun ailesini olmuşlardı. Zaten bu dörtlünün de birbirlerinden başka kimseleri yoktu. Üç beyimizin de tek derdi Duygu`yu korumak, onu mutlu etmekti. Duygu`nun derdiyse bu üç devesi ama bilhassa Sado`su. Senem adında uyuzlar uyuzu, psikopatlar psikopatı sevgilisi vardı çünkü. Bir adam bu kadar boka batmış bir hatunu yanında niye tutar? Hadi tuttun diyelim Duygu, kıskançlıktan ölürken nasıl anlamaz bu Sedat`a aşık olduğunu. Evet adamın yanında yedi yıl kal, o benim her şeyim de ama adama olan aşkını fark etme. Fark etmemeyi de geçtim adamın sana olan aşkını görme. Adam resmen mezar kazdırdın, yazık be. Yeminle okurken delirtti beni. Ama o kadar şeker ve komik ki kızamıyor da insan.


      Sedat yaa. Aaa söyledim mi paşam İstanbul`un dayısı, babası, mafyası. Takır takır adam öldürüyor. Duygu bunu biliyor ve sesini çıkarmıyor. İşin ilginci ben bile “Aman vursun hak etti köpek hahaah” moduna girdim. Kitapta bir buçuk Sedat var. Buçuk Sedat Duygu`ya aşık, fedakar, haylaz, komik; bir Sedat sinirli, gözü kara, bağırıp çağıran –ki Duygu`ya da bağırıyor. O bağırırken siz gülüyorsunuz arada.-, silahını çekip kafaya sıkan, kaçacağım diye Duygu`dan, o üzülmesin diye size kafayı yedirten adam. Hata mutlu olsun o diye diye elin adamlarına gelin yapacak adam o. Sonrada kızın yakasından düşmeyen adam. 


      Bekir benim duygusal oğlum. Sevdiği kızı buna vermemişler, bu da kuzu kuzu beklemiş. Ama kızın kapısına geleni de kovalamaktan geri durmamış. Sevdikçe içine atmış, sevdikçe içine. Kızın babası Selma`yı başkasına vermeye kalkmış boyna, bizimki yine kızı düşünmüş ilk.Bizim çekingen Selma`nın da içinden bir cadoloz çıktı görmeyin. Selma kudurdukça Bekir daha bir ağır abi oldu ama bir yandan da yüzü güldü. Ay bir de espri yapmaya başladı bu adam tadından yenmiyor.


      Ve Alim. Duygu ona böyle diyor ama kitabı okuyup ona Ali diyen çıkmaz. Alim o ya. Bu üç deveden en şeker olanı o. En çocuğu, en güler yüzlüsü, en eğlencelisi, en iyi kalplisi, en çapkını… Birkaç en daha yazardım da kadın okurların iştahı kabarsın istemedim. Ama söylemeyi unuttum bütün bu güzel enler, bu devenin karşısına Aslı çıkınca en öküzü, en kabası, en maçosu, en kutup ayısı olarak değişti. Ama şanslıyım ki Alim`e yazar bir kitap yazmış şimdide onu okuyacağım.


      Ben genelde Türk yazarlardan uzak dururum. Dil, konu sıradanlığı falan beni sıkar. O yüzden her seferinde acabayla yaklaşırım. Hele son okuduğum bir iki kitaptan sonra ümidi kesmiştim. Ama Duygu çoktan kargoya verilince de iptal şansım kalmadı başladım. Sonra kafama vurdum tabi daha erken okumadım diye. Çünkü okurken hakikaten eğlendim ve o sayfalar nasıl geçti anlamadım. Bir çok yazar gibi kitabı duygusal olarak boğmamış okurken eğlendirmiş karakterleri. Tamam duygusal anlamda bomboş da demedik tam kıvamında, benim ihtiyacım olanda buydu.  Bence aksine tam kararındaydı. Sıkılıyorum ben o üç yüz sayfa duygusallıktan ölen satırlarda hatta atlaya zıplaya okuyorum. Bu kitabıysa satırı bırak kelime atlamadan okudum. Yazarın dili çok duru ve içtendi. Mafya babası yazarsam küfürde ettiririm demiş ama bunu hiç rahatsız edici seviyede tutmamış. Karakterler birbirini severse çok sever güzel sever ben bunu üç yüz sayfa size duygusal ağlak şeyler vermeden iki satırda bile hissettiririm demiş ve başarmış. 


     Kitabı Duygu`nun ağızından okuyoruz ve arada kafasına odunla vuralım diyoruz ama daha çok karakteri çok seviyoruz. Kitabın kapağı da zaten ayrı bir güzel. Yalnız yazar kitapta ilk sayfalarında kendi kitabını okutturdu Duygu aracılığıyla övdü. İlk sayfalarda görünce bunu ben tabi sinir oldum. Bırak biz övelim ama kitap bitince aklımdan geçen acaba kitabı nasıl dur sipariş vereyim oldu. Yazar kendine nur topu gibi bir hayran kazandı. Tavsiyem alın okuyun okutturun eğlenin.  


      Görüp görebileceğiniz en hızlı kitaba merhaba deyin. Yazar bir başka kitabı için kapak ararken, kitabın kapağındaki nü resmi görmüş. Resimden fazlasıyla etkilenmiş ve diğer kitap çalışmasını kenara koymuş. Sonra da oturmuş bu kitabı yazmış. O kadar çok kaptırmış ki kendini okuduğum en hızlı hikaye oldu.


     Ethan Blackstone bir güvenlik şirketinin sahibidir. Müşterisi ondan bir kızı korumasını ister. Bu işe kızın resmini görene kadarda gönüllü değildi. Ama o saatten sonra kızı korumak ve daha fazlası için harekete geçti. Daha fazla uzaktan izlemeye dayanamayıp Brynne Bennet`in karşısına çıktı.

      Brynne Londra`ya eğitim için gelmişti. Geçmişte tam olarak ne yaşadığı konusu sis perdesi olarak kalsa da, ne yaşadığının az çok ip ucunu veriyor. Bir anda karşısına çıkan Ethan`ın ise onu etkilemeyi başarıyor. Adamın açık sözlülüğü, hali tavrı onu etkisi altına alıyor. Bir anda kendini kaçındığı şeyleri tekrar denerken buluyor.


        Yazarın dili, anlatım tarzı, yaklaşımı harikaydı. Ama gelin görün ki, yazar sözcüklerden çalmış. Kitap o kadar hızlı ki ne zaman bitiyor olay ne zaman başlıyor anlayamıyorsunuz. O yüzden de güzel bir kitap olmayı vaat etmesine rağmen duygusal açıdan büyü boşluk bırakıyor. Bu sebeple karakterleri de yakından tanıma fırsatından oluyoruz. Kitap dört kitaplık bir serinin ilk kitabı. Keşke iki kitap yapıp bu kadar kısa tutmasaydı, bizlere biraz daha detay verseydi.   Kısa kitabın yorumu da kısa oluyor sanırım. Okumak isteyen seriyi beklesin derim. Yayınevi yine güzel bir çeviri yapmış. Bu arada cinsel dozu yüksek ama kapak rengini belli ediyor zaten. Keyifli günler.


     Uzun zamandır okumamı bekleyen ama arada derede okumak istemediğim kitabı sonunda okudum. Türk yazarlara ön yargılı olan biri olarak bu ara kendimi aştım ben. bir de laf aramızda yazarı sevdim. Yazarın ilk kitabı ve ben kitabı okurken eğlendim. Arka kapağı okumadım kaldı ki ben bir çok kez okumam. Sadece konusunu bilerek okumaya başladım. Beklediğim ağır duygu yüklü bir kitaptı. Hatta buram buram hüzün kokan bir kitap bekliyordum. O yüzden beklediğimin aksine beni eğlendirmesi çok hoşuma gitti.


      Sude mi desem Su mu desem bilemedim. Sude sosyoloji bölümün de okuyor. Tez araştırması içinde altı ay telekız oluyor. Amacı arayan erkeklerin aklı fikri başka yerdeyken onlardan alabileceği kişisel bilgiler. Bu altı aylık süre içerisinde ev işi yaparken bir taraftan da beylerin fantezilerine hizmet ediyor adı. Bu süre içerisinde çalan her telefonuna “Su” diye cevap veriyor. Ve sahneye Mert çıkar. Daha doğrusu telefona. Mert ilk aramalarında hiç konuşmadan telefonu kapatma gibi bir adete sahipti. Ve günlerden bir gün ağzından bir kelime çıkıyor. O günden sonrada aralarında garip bir arkadaşlık başlıyor. Sonra bir bakmışsınız hop aşık olmuşlar.  Ama birbirlerine aşık olmaları bu garip ilişkininde ipini çekiyor. Aradan yıllar geçiyor ve iki karakterimizde birbirlerine duydukları sevgiden dolayı acı çekiyorlar. Ama aşk tesadüfleri sever bilirsiniz. Tesadüflerde onların tekrar karşılaşmasına vesile oluyor.


     Sanırım Sude`nin en büyük başarısı Mert`i konuşturmaktı. Mert hayatınızda görüp görebileceğiniz en utangaç adam. Az konuşan, çevresine çok insan sokmayan bir insan. Sude`de Mert`in aksine dışa dönük, cesur, edepsiz-en sevdiğim yanı-, neşeli, kıpır kıpır, özgüven atmosferi geçmiş bir kız. Herkes tarafından seviliyor ve bunu biliyor. Onun elde edemeyeceği erkek yok. Mert ise kadınlar konusunda da çekingen. Sude ile karşılaştıktan sonra ise az çok değişmiş, daha rahat ilişki kuran Mert bir anda kendini eskisi gibi buluyor. Zaten bu Mert kesin başka gezegenden. Yahu var mı bu erkekten. Sadakat onda, romantizm onda her şeyi geçtim utanan erkek var mı? Duyan bilen biri varsa lütfen belgeselini çeksin bu Mert çok şeker.


      Sude`nin bir de kocaman ailesi var. Aileden kastım arkadaşları. Hakan Charlie; Sude, Ela, Ceylin ve Deniz`de melekleri. Hakan kızların yumruk deposu. Meleklerine kimse yaklaşsın istemiyor. Hepsine kol kanat germiş. Kızlar eğlenebilir ama uzun süreli sevgili edinemez ya da evlenemez. Bu grup çok şeker. Birbirlerine çok bağlı. “kaşar, sürtük…” onların sevgi sözcükleri. Diyalogları komik. Hakan olmasa zaten Sude ne Mert`le de zor karşılaşırdı. Mert`in tek arkadaşı Kaan`ın barına Hakan ortak olunca ilişkinin temelini atıyor, bizimkilere bir duvara tuğla örmek kalıyor. 


    Kitap duygusal açıdan bence doldurulması geriyordu. Olaylardaki zaman atlamaları bazen çok hızlı geçerken, bazen de fazla ağır geldi. Çiftimizin birbirine aşık olma evresi biraz eksikti sanırım. Verilen telefon görüşmeleri yani yazarın yansıttı görüşmeler bana yetmedi. Ama kitap deli detaylara boğulmamış diye de son derece memnunum. Yan karakterlere yer veren kitapları severim hele ki komiklerse ve her karakter kendine özgü ve gelecek vaat ediyorsa. Yalnız yan karakteri verip bir çok yeri havada bırakmış yazar, sinir olmadım değil. Devamı gelir belki dedim, beklemeye koyuldum. Ben okurken eğlendim, sevdim. Bence yazara şans verin hak ediyor. Koca okumalı günler.


     New Girl`i izleyip de bana tavsiye etmeyenler varsa aranızda sizlere kırıldım haberiniz olsun. Friends`den sora deli divane dizi aramaya başladım. Sonunda da New Girl`e düştü yolum. Dizinin güzelliklerini anlat anlat bitmez. İlk tercih ettiğim güzelliği yirmi dakika. Sonra Zooey Deschanel var tüm şekerliğiyle. Bir de dizi komik.


      Zooey Deschanel`ın hayat verdiği Jessica  karakteri -ki kısaca Jess diyorlar- ilk okul öğretmeni. Bir iş gezisinden sonra sevgilisine sürpriz yapıp eve erken dönüyor. Ama asıl sürprizin alasını sevgilisi yapıyor. Hoş bir hatunla bizim kızı boynuzlarken yakalanıyor. O saatten sonra adamla kalmaya devam edemeyeceği içinde kendine ev aramaya başlıyor. Nick, Scmidth ve Coach`la da yolu böylece kesişir. Üç erkeği ikna etmek içinde Cece adında ki manken arkadaş kozunu kullanmayı da ihmal etmez.


      Jesss dünyada ki en pembe gözlüklü insanlardan biri. Sen ona yumurta de o anında sana üç şarkı yazar. Sürekli, her konu hakkında anında şarkı söyleyip duruyor. Her yerinden sevimlilik ve enerji fışkırıyor. Rengarenk kıyafetleri ve garip yüz ifadeleri var. Duygusal ve duygularını anlatmak konusunda abartılı bir tutumu var. 


      Nick huysuz, 30`luk bedendeki 70`lik adam. Kendisi hukuk fakültesini bırakıp barmenlik yapan, faturalarını ödemeyen sorumsuz bir karakter. Hayat felsefesi her şeyden nefret et. Uzun süredir birlikte olduğu sevgilisi de bunu terk etmiş ve acısını gömmeyi başaramamış. Ağlayıp zırlayıp sevgilisini arayan, ama nasıl olduğunu anlamadığınız bir şekilde duygulardan bahsetmeye, duygusallığın yanından geçmeyen bir adam. Beceriksiz, sorumsuz ve aşırı pis, depresif. Ama arada bir durup doğru şeyi söyleyen ve benin en sevmediğim daha doğrusu dizide tek sevmediğim karakter.


     Scmidth….. Dizide en sevdiğim karakter olur kendileri. Bir zamanlar çok kilolu olup, zayıfladıktan sonra beslenme olayına takan, evi temizleyen, alışverişi yapan, düzeni sağlayan ve çulsuz arkadaşlarının maddi yükünü çeken kişi. Böyle söyleyince ok zavallı ve yardım sever geldi ama öyle değil. Dizide ki en uyuz karakter. İnsanları sevmiyor. Tabi zengin, ünlü veya seksi bir kadın değilseniz. Herkesi iğneleyecek bir lafı ve pahalı, çoğu zaman iğrenç renkte olan takım elbiseleri var. 


     Winston var. Dizi ye ikinci bölümde Coach yerine giriyor. Litvanya`da basketbol oynarken sakatlanıyor ve ülkeye geri dönüyor. Dizide ki en şeker karakterlerden birisi. Dünyada soyutlanmış insan. Telefon ve internetten resmen bir haber. Gerçi sonradan iyi toparlıyor. Flört olayından hiçbir şey anlamıyor. Sürekli hüsranla sonuçlanan garip flört tavrı var. Bildiği tek iş basketbol oynamak olduğu içi uzun süre iş konusunda bocalıyor. Birde Nick`in çocukluk arkadaşı oluyor kendileri.


     Cece Hintli mankenimiz. Jess`in çocukluk arkadaşı. Manken tabularını az çok yıkan bir tip. Sert keskin bir tavrı var. Diğerlerine uyum sağlarken, kendi çizgisinden ayrılmayan bir kız. Sevdiği insanı sonuna kadar savunmaktan çekinmeyen bir kadın.


      Ve 3. Sezonla geri dönen Coach. Sevgilisi bunu şutladıktan sonra soluğu yine bizimkilerin yanında alıyor. Coach`la ye iç ama spor yapma. Coach siznle alışıyorsa yorulmayacaksınız, pes etmeyeceksiniz. Çift karakterli gibi. İçinde ki çocukla, sert askerimsi tavrı insanda gel git yaratıyor. Daha yeni bir iki bölüm izledim Coach geldiğinden beri. O yüzden daha onu çözmekteyim.


      Dizi güzel ben sizlere tavsiye ederim. 4 aydır izliyorum daha yeni 3. Sezona geçtim ama bu benim tembelliğimden daha doğrusu vakitsizliğimden. Dizi tam kafa dağıtıp eğlenmelik. Hem benden duymuş olmayın ama harika konuk oyuncular gelip gidiyor.

Not: buraya yazmayı özlemişim. Bir sürü mim var ve ben yapmadıklarım için özür dilerim. Şu ara ne vaktim var ne de keyfim. Her şey azıcık fazla gelmeye başladı. Azıcık kafa dağıtmaya geldim buraya itiraf ediyorum. Yazmıyorum ama birçok arkadaşı okuyorum sessizce. Zaten benden daha azı beklenmez. Kime ne yapıyor merak ederim ben. Şimdilik hoş çakalın.


     İnsanlar izlemek için onar yıl bekledi ama ben bir günde 20 yılı tükettim. Before Sunrise, Before Sunset ve Before Midnight uzun süredir izlemek için direndiğim filmlerden biriydi. Kız kardeşimin uzatmalı bayram tatilinde oturduk ve üçünü ardı ardına izledik. 


       Before Sunrise Amerikalı Jesse ve Fransız Celine`nin trende tanışmalarıyla alıp götürüyor kendini. Trende tartışan bir çiftten rahatsız olmaları üzerine tanışıp, sohbet etmeye başlıyorlar. Sohbet devam ettikçe ilerleyen tren Viyana`da durunca bu Jesse için ayrılma anlamına geliyor. Çünkü Jesse`nin ertesi sabah Viyana`dan Amerikaya giden bir uçağı var. Sorunu ise Celine`den ayrılmak istememesi. Çözümü ise Celine`i onun la inmeye ikna ederek buluyor. Uçuş saatine kadar Viyana`da gezecekler. Jesse`nin çünkü cebinde bozukluk dışında parası da kalmış değil.


      İkisi birlikte şehri dolaşıyorlar ve bu sırada bolca sohbet ediyorlar. Filmin sonunda da tren garında tarih ve saat belirleyip oraya tekrar gelmek için sözleşiyorlar. Şimdi bunu diğer filmlerden ayıran n derseniz pek çok şey. Çok doğal ve tüm klişelerden sıyrılmış olması ilk farklılığı. Gereksiz üçüncü şahıslardan kurtulmuş olması bir diğeri. Şehri onu da gösterelim bunu da gösterelim tarzında bir film olmaması. Neden bilmem ben hep ara plandaki şehre, mekana dikkat edenlerdenim. En can alıcı noktası ise diyaloglar, ettikleri uzun sohbetler.


       Hayata dair pek çok şeyi sorguluyorlar. Aşktan, hayallerden, şanstan bahsediyorlar. İki farklı karakteri, iki farklı bakış açısıyla değerlendiriyorlar. Onlar sorguluyor sizde düşünüp duruyorsunuz. Karakterlerinin farklılıkları her hallerine yansıyor. Onların düşünce dünyasına giriyorsunuz. Jesse`nin bir falcı hakkında düşündükleri ile Celine`nin düşündükleri arasında gidip geliyorsunuz. Filmin sıradışı bir ruhu var. İnsan ona kapılıyor işte. 


       İkinci film ise bu filmden dokuz yıl sonra çekiliyor. Filmde de dokuz yıl sonrasını gösteriyorlar. İlk film bittiğinde acaba buluşabildiler mi sorusuyla açtım ikinci filmi. O yüzden söylemiyorum ve bence bakmayın, filmi öldürmeyin. İkinci filme dair söyleyebilceklerim, yine uzun sohbetleri ve yaşlarının getirdiği konu farklılıkları. Çevre, toplumsal şeyler falan. Sonra üçüncü film ve olgun bir çift karşımızda. 


      Filmleri çok sevdim o yüzden çok şey anlatıp, heves kaçırmak istemedim. Filmi bu kadar geç izlediğim için pişman değilim. Çünkü çekerler mi bilmem ama ben 2022 falan bekliyorum öyle.  Yirmileri otuzları ve kırkları gördükten sonra ellileri görmek hakkım. İzlerken zaten her filmi açtığımda ilk baktığım yer yüzlerindeki değişiklikler. Sonra karakterlerinde ki değişim. 


     İlk resim beyaz duvarıma –annem bilmem ne bilmem ne şeyi diyor renge- asmayı alışkanlık edindiğim postit sözlerden. Onu da Deep`in Aşk Miminden çaldım. Sözler ve mim cevabı fimi hatırlattı yazmadan duramadım. Aklıma gelmişken kaçınız filmdeki Celine gibi hiç tanımadığı bir adamla o trenden inmeyi kabul ederdi?


2007 yılında Doritos, ABD’deki hayranlarını Amerikan Futbol Ligi’nin sezon finali olan Super Bowl sırasında yayınlanmak üzere kendi Doritos reklam filmlerini çekmeye ve göndermeye davet ederek, kendi Super Bowl fenomenini yarattı. Bu reklamlar, yapan kişinin çektiği şekliyle aynen yayınlandı ve Super Bowl sırasında yayınlanan, tüketicilerin yarattığı ilk reklam filmleri oldu!
Doritos, bu muhteşem organizasyonla sevenlerini 1 Milyon Dolar kazanma şansı ve bunun yanı sıra 1 sene boyunca  Hollywood’daki Universal Pictures Stüdyoları’nda Elizabeth Banks gibi yıldızlarla çalışma fırsatı yakalamaya çağırıyor.
Unutulmaz Deneyim 
Bu yıl 9. kez düzenlenen Doritos Crash the Super Bowl’u kazananlar, büyük ödül olarak milyonlarca dolar para ödülü ve hayatlarının sonraki aşamalarında da farklı iş teklifleri aldılar. Örneğin; kendi yaptığı “Fashionista Daddy” reklamıyla 2013 yılında Crash the Super Bowl yarışmasında büyük ödülü kazanan Mark Freiburger, “Transformers 4”ün setinde yönetmen Michael Bay ile birlikte çalışma fırsatı elde etti. Mark, bugün büyük bir yetenek ajansı tarafından temsil ediliyor ve Universal ile FOX gibi dünya çapındaki stüdyoların film projelerinde yer alıyor.
Katılma Sırası Sende
Siz de hazırlayacağınız 30 saniyelik reklam filmini  (sözlü ise İngilizce) www.doritos.com.tr ‘de belirtilen teknik özelliklerle hazırlayıp tüm dünyanın beğenisine sunmak için 9 Kasım 2014’e kadar reklam filminizi çekip, rüya gibi bir iş ve 1 Milyon Dolar sahibi olmak için geri saymaya başlayabilirsiniz!
Katılım koşulları ve tüm detaylar için www.doritos.com.tr’yi ziyaret edebilirsiniz.
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Sitem sesleri yükselir gibi olunca yaz-(s)aklan-kaç`ı kızdırmadan yaptım iki mimi birden. İki mimi de kendisi hazırladı. Ben tembellik ettim ama umarım affeder. Mimim için çok teşekkürler. Oturdum, düşündüm, yaptım, sonuna mimlediklerimi yazdım. İstediğinizi yapın =)



Yazar Mimi
Yazar ne demek?
Bazen seni senden daha iyi anlatan. Aklından geçen karışık cümle yumağını işte bende bunu diyordum dedirten. Senin düşünmediğin, hayal etmediğin kapıları sana aralayandır. Senin baktığını görüp yazandır.
Herkes yazar olabilir mi?
Bence iki tip var. Bir gerçek, sınırları aşan, zamanı aşan. Bir de çabalayan. Yani hayır.
Sen neden yazıyorsun?
İstiyorum. Bu da benim için yeterli.
Beğenilmek ve okunmak hoşuna gidiyor değil mi? Sence bundan dolayı yazarlar megaloman olabilir mi?
Kimin gitmez ki. Ama bende işler biraz garip. Kimse okumadığı zamanda yazıyordum ve umursamıyordum. Kendi yazdığımı bile yazdıktan sonra okumayan bir tipim ben. Tandık birilerine sormam lazım. Megolaman mısın?
Bir yazarla sohbet etmek nasıl bir duygu?
Harika. İstediğimi soruyorum ve kırmayıp cevap veriyor. Bazen abartıyorsun kızım diyorum ama yok ben böyleyim engel olamıyorum.
Yazarların cinsiyeti var mıdır? Bir örnek verebilir misin?
Ya kızan kadın olabilir ama ben hep erkekleri yazmak için daha ciddi buldum. Son dönemde evet kaptırıyorlar ama bakıyorum en sevdiğim yazarlar gerçekten sevdiklerim hep erkek. Yazar deyince kafamda erkek figürü oluşuyor. Tabi bu yüz yıllardır yazmak konusunda erkeklerin egemen olmasından kaynaklanan, klasiklere  kadar uzanan bir şey. Ne bilim dile her şeye yansıyor. Bir kadın yazar elinden çıkan erkek karakter gerçekten çok yazarın düşünceleri gibi geliyor.
Yazmak senin için bir mesele midir, yoksa meşgale mi?
Zaman, komum, ruh durumum soruya farklı cevap verebilir.
En sevdiğin yazın hangisi?
Bir enim olduğu söylenemez.
Yazdıklarının anlaşılırlığı ile ilgilenir misin?
Hayır. Bazen öyle şeyler yazıyorum ki ben bile kendimi anlamıyorum. Diyorum cidden böyle mi düşündüm.


Aşk mimine gelirsek.

Aşkı nasıl tanımlarsın?
Tanımlarsın değil bence tanımlayabilir misin olmalıydı. Aşk her duyguyu aynı anda
 Yaşamak gibi bişey. Aklının bir köşesinde kalan acabayla birlikte.
Sen hiç aşık oldun mu?
Bir yıl önce evet şimdi hayır belki yarın yine evet. Bana aşk hep fazla şüphe etmem gereken bi şey gibi gelmiştir. Benim o konuda kafam karışık.
Hayalindeki aşk nasıl bi şey?
Unutmadığın, değiştirmeye kalkmadan yaşadığın, pişman olmadığın, kendin olabildiğin, ama en önemlisi mutlu olduğun bir aşk benimkisi.
Aşk öznel midir?
Evet. Öznel ve bilemiyorsun kişi için gerçekten ne. Nasıl hisseder, tanımlar, yaşar…
İlk görüşte aşka inanır mısın?
Hımm. Daha önce olduğunu idea ettim. Ama fikir çok romantik geldiğindendi sanırım. Yoksa adını hatırladım.
Sana aşık olduğunu söyleyen birine nasıl karşılık verirsin?
Sürpriz yumurtadan çıkan tipler oluyor kırmadan kıvırıyorum. Israrcı olana gülüp geçiyorum. Lanet gitsin ben hep kaçıyorum.
Aşk bir su mudur içip kudurduğun?
Mutluysan içmeye devam.
Aşkı bilene, derdi çekene mi sormalı?
Aşkı bilen yok da derdi çeken çok. Bana kalırsa derdi çekene de sorma. Yaşanmadan öğrenilmeyen şey bu.
Aşkla vişnenin ne alakası olabilir?
Kırmızı.
Aşkla sevgi karşılaştırılmalı mıdır?
Sevgi bana hep hiç vaz geçemeyeceğin bişey gelmiştir. O yüzden içten söylenen seni seviyorum lafını fazla değerli bulmuşumdur. Ama aşk tanımlayamıyorsun bile. Gün geliyor bitti diyorsun. Sevgi hep daha ağır, daha elle tutulabilir geldi bana. Sizi bilmem ama ben karşılaştırmayı yapıyorum işte.
En etkilendiğiniz aşk filmi hangisi?
Love Story. İzlediğim ilk aşk filmi. Annem izletti diye mi, ilk diye mi, defalarca izledim diye mi, çocukken izleyip bilinç altıma yerleşti diye mi bilmiyorum ama.
En hoşunuza giden aşk romanı hangisi?
Kürk Mantolu Madonna.
Son olarak aşkta romantizm nasıl olur, en romantik anınız nasıldı?

İşin içinde ben varken romantizmin sonunda ya başınız belaya girer, ya da gülmekle meşgul olursunuz. 

Deep, Gül kaptan, Drama, Maya, Şenay Benderli, maviye iz süren, Persephone, Serafina LeGuin, kırmızı çerçeve, bir de ölü gibi sessiz olan Demir bey.