Yeni bi yazar buldum kendime. Aslında blog sayesinde mailleştiğim bi okurum sayesinde buldum. Malum fazla kör ve sağırım. Bende okurumun tavsiyesi üzerine S.S. Atıcının facebook sayfasını beğendim yayınladığı kitapların pdf halini indirdim. Ve aradan ne yazı ki baya bi zaman geçtikten sonra hatırladım ve  Kimliksiz`le olaya daldım.


       Yazarın henüz üç kitabını okudum ki yazarın bildiğim kadarıyla basılmış kitabı henüz yok. Ama yayınevleri çok şey kaçırıyorlar bence. Yazar hakkında çok şey bildiğimi de idda edemem çünkü kitaplarını okuduktan sonra araştırma fırsatım olmadı. Ama sayfasındaki yorumlarına falan baktım biraz ve bence çok şeker ve sıcak kanlı. Kişilik analizini bi kenara bırakırsam kalemi gerçekten iyi. Ben kitapları hızlı tükettiğimden internetten hikaye takip etmeyi hiç mi hiç sevmem. Bitmiş olsun isterim ama yazar gerçekten uzun bölümler yayınlıyor ve beklemeye değer görüyor insan. Kimliksiz ve Gitme`den sonra seri devamı gibi Ali karakterinin kitabı geliyormuş. Onu toplu okumayı garanti bekleyemem.


      Kimliksiz`i okumaya başlayınca bi kaleme alışma evrem oldu ve sonra bi baktım elimden düşüremiyorum. Ben böyle bi karakter görmedim. Deryal cidden sorunlu bi tip. Geçmişi zaten fenalarda. Bide yaşadıkları aslında İstanbul gibi bi şehirde her ana yaşanan bizlerin evlerimize git gel, okullarımıza git gel yaparken umursamadığımız, görmek istemediğimiz ve görmemezlikten geldiğimiz durumlardan ibaret. Burcu karakteri ise bambaşka. Güçlü, inatçı, fedakar… Ki kitap sadece bu iki muhteşem karakterle yetinmemiş ve bizlere Adem ile Şirini`de vermiş. Sürekli biririyle didişen karakterler resmen kahkaha sebebiydi. 

       Kimliksiz`in Deryal`ını ballandıra ballandıra anlatmaya dönersem eğer adam kelimenin tam anlamıyla takıntılı bi tip. Beyni senden benden farklı çalışıyor. Ama bi şeye bağlandığı zaman ondan sonuna kadar vazgeçmiyor ve koruyor. Kendine dair hiç bir şeyi umursamadan. Karşısına çıkan Burcu ise onun için bi yenilik. Çünkü ona aşık oluyor. Hem de ne aşk… Burcu`yu kendine hiç kimseyi yaklaştırmadığı kadar yaklaştırıyor, geçmişini onun gidebileceğini bile bile önüne seriyor. Ona o kadar aşık ki o takıntılı saplantılı haline rağmen Burcu`yu özgür bırakmaya bile razı. Onu görünce tüm şefkat, sevgi ve kıskançlık vücudunda bir arada dolanıyor. Tabi bu adam melekte değil. Kızdığı zaman Burcu`suna aşık adamın yerinde yeller esiyor ve herkese hayatı zindan edebiliyor.


        İkinci olarak Halden Gerçeğe kitabını okudum. Pelin karakteri babasından dolayı çok çekmiş 19 yaşında bi dans hocası. Evren`se 32 yaşında ve aşık olduğu kadın onu terk ettikten sonra ağır bi depresyon ve dağıtma dönemi yaşayan bi adam. Garip bi şekilde başlayan ilişkileri Pelin`in içinde bulunduğu zor durumla birlikte ateş alıyor. Ama Evren`in bağlanıp terk edilme korkularını yenmek Peline kalıyor. Hikaye kesinlikle güzeldi ki yan karakterlerle daha da güzelleşmiş. Kitaba dair sevmediğim şey sonu. Yani tam son bölümü değil. Orası en güzel yerlerden biriydi. Ama şu son sözden önceki olayların çözülme evresi var ya ben orayı nedense çok saçma buldum. Onun dışındaysa kesinlikle müthişti.


      Gel gelelim ne yazsa okurum dediğim evreye. Gitme… Deryal ve Burcu`nun oğulları Tunç Mirza`nı ve hayatına bi gecede girip bi anda değiştiren Hayat`ı anlatıyor. Ahhh bundan sonrası derin iç çekmeler, kıskanmalar, niye Hayat ben değil diye yakınmalar. Mirza`na bayıldım öldüm. Babasının oğlu dediğimiz şey var ya o Deryal ile Mirza için denmiş olmalı. Gerçi boynuz kulağı geçer derler ya o da Mirza için bence çok uygun.  Çapkın hayta falan ama o da babası gibi sevmeyi çok iyi biliyor. Hayat`la geçirdiği bi gecenin ardından sabahı onun için başladığı gibi güzel bitmiyor. Kızın ailesine basılmalar zorla evlendirmeler ve sonunda kızla aynı eve tıkılma. Ama Mirza zorla evlendirilip bide Hayat`ın oyununa geldiğini düşündüğü için saksı hayatın kafasında kırılıyor. Kıza etmediğini bırakmıyor ve siz o satırları okurken bi yandan kızıp bi yandan ama bilmiyor ki diye Mirza`na savunma hazırlıyorsunuz. Hayat`sa yavrum direniyor direniyor direniyor. Yapayalnız kalıyor ama güçlü durmasını da biliyor. En başından beri sevdiği adamın yaptığı her şeye katlanıp sevgisinin yerini nefretin almasını bekliyor.


     Daha fazla yazıp ne oluyor ne bitiyor anlatmak isterdim ama malum herkes okumadan neler olduğunu öğrenmek istemez. Üç kitabını okudum ve açıkçası fena halde bağlandım. Kitap kapakları fantastik şeyler olduğunu vaat eden kitapları da var ve en kısa sürede onları da tüketeceğime eminim. Bence hemen S.S. Atıcı ile tanışmalısınız çünkü her dakika çok şey kaybediyorsunuz.


Kaç insan kafasındaki pedalları çevirebiliyor ki....


        Okuma sebebim olan adam Franz Kafka. Ben küçükken kitap okumaktan gerçekten çok nefret ederdim. Annem tatillerde çocuk kitaplarını seri seri alıp bitirmemizi isterdi. İşin güzel tarafı bitirince bekleyen ödüldü. İstediğini seç alsın veya yapsın. Hangi çocuk buna hayır derki. İşte böyle ödüllü okumalardan sonra 13 yaşındayken Franz Kafka ile tanıştım.


      Bana okumayı sevdiren, okudukça iyi hissetmemi sağlayan yazardır. Şimdi iyi hissetmek ve Kafka komik gelebilir. Okumayanlar için söylüyorum Kafka ne acıklı hikayeler, nede size iyiyi mutlu olmak anlamında  hissettirecek türde şeyler yazmaz. Kafka size sizi ve toplumunuzu sunar. Acılarından beslenmiş;  toplumu, seni beni seyretmiş bi köşeye de notlarını almış gibidir. 




     Kafka`nın ilk olarak Dönüşüm kitabını okudum. Ödev verilmişti zorunluluktan başladım. Genelde okumaz, özetine bakar arkadaşlardan dinlerdim. Ama bu kez okudum ve hayatım değişti. Ergenliğin zirvelerini yaşarken Kafka ile tanışmak beni sarsmıştı. Çünkü bi görev, sorumluluk duygusuyla başladığım bi kitap tamda yapmış olduğum şeyi  eleştiriyordu. Ergenlik dönemine girmiş ya da girmek üzere olan bi çocuğun hissetmeye başladığı toplumdan uzaklaşma, yabancılaşma, yalnızlaşma duygularını böceğe dönüşen George Samsa üzerinden anlatıyordu.


      Kafka görmeyi çok istediğim şehir Prag`da dünyaya gelir. Yahudi bi aileden geliyordu ve köken durumu da oldukça karışıktı. Avusturya Çek falan derken hiç bi zaman bi yere ait hissedemedi kendini. Tam olarak buraya aidim diyebileceği bi ortamı olmadı. Babası çok baskıcı bi adamdı ve hiçbir zaman iyi anlaşamadı. Babası başta olmak üzere tüm ailesini kendinden uzak ve yabancı hissediyordu.


      Edebiyat okumak için gittiği okulda babasının isteği üzerine hukuk fakültesine hapsoldu. Hiç istemediği halde hukuk eğitimi aldı, hiç istemediği halde sigortacı oldu, hiç istemediği ofis ortamına hapsoldu. Tüm bu kendi iradesi dışında olan şeylere rağmen yazmaya devam etti. İçindeki yazma arzusunu hiç bastıramadı. 


     Yıllarca kitap basmadığı dönemde insanlar onun yaratıcılığının bittiğini düşünürken o hiç yayınlamayı düşünmediği yazılarını yazmaya devam etti. Ancak babasının baskıcı tavrı ve tüm o eleştirileri yüzünden kendini hep yetersiz gördü ve öldükten sonra yazılarını bıraktığı yakın arkadaşı Max Brod`a tüm yazdıklarını yakmasını söylüyor. Allah`tan Max aklı başında bir adamışta, yakmayı bi kenara bırakıp hepsini yayınlıyor. 


      Franz hiç evlenmemiş. Ancak öyle aradığınız erkek tipide diyemem. Çünkü yaşadığı az sayıda ilişkiden birinin sonunda zavallı kızı aldatmış. Milena Pollak ile sadece mektuplaşarak iki yıl gibi uzun bi süre aşk yaşadı. İkisi arasındaki en büyük engel ise Milena`nın kocasıydı. Max Kafka`nın kemiklerini sızlatmak pahasına mektupları da yayınlayınca bizlerde Milena`ya Mektuplar kitabıyla bu aşka şahit oluyoruz. Mektupları acaba hatunun kocası okumuş mudur ben en çok onu merak ediyorum ya neyse.


     Dünyada olup biten herşey onun umurundaydı. Sistemin köleleştirdiği bizleri ve kendini anlatmak için eserlerinde bolca metaforlar kullandı. Yazdıklarını okumamızın gereksizliğini düşünürken, ölümünden sonra ünü gitgide parladı. Hala ben sen konuşuyoruz. İhtiyaç duyduğu özgürlük, sevgi ve insani şeylerdi. Yoksa kendini bi böcek yerine koyup başına gelenleri yazmazdı. Eserlerinde oluşturduğu karakterler onu ve hayatını, içsel dünyasını derinlemesine yansıtıyor.  İnsanların etrafı zorunluluklardan, mecburiyetlerden başka bişey derken bizleri kandırıp kurtulacaksınız demiyor. Hiç bi eserinde kandırma yoluna gitmeden bize bizi anlatıyor. Eğer sistemin bi parçası isen işe yarasın. Değilsen yerini dolduracak başka biri bulunur ve çark dönemeye devam eder.


      Eserlerinde bambaşka bi dünya anlatır. Depresiftir, sorgular, mutlu son veya sizlere çözüm üretmez. Yaşarken köşede bi gizli kamera varmışcasına yazılan kitaplardır. Arkadaşımın başına geldi durumu. Kitapları yarım kalmış, cümlenin ortasına üç nokta konmuş gibidir. Laf aramızda ben bu adamın fena halde hayranıyım….

      Kafka daha önce okumamış olabilirsiniz ama hiç bişey için geç değil. İnsan olduğu hali fark etmeyi sevmez. Gerçeklerin yüzüne yüzüne vurulmasını da sevmez. Kim sabah bi kova suyu başına boşaltılarak uyanmak ister ki? İşte bu Kafka`nın tam olarak yaptığı. Kafka okumak başka bişey. Edebi zevki doyasıya alırken, bi yandan da beyniniz harıl harıl çalışmaya sorgulamaya başlar. Arada soluk almak düşünmek iyidir. Kafka ise harikadır.


       
      Oscar adayları açıklandı malumunuz. Bende hemen bu yılın animasyonlarına baktım. benim favorim Feral ama ne olur bilmem. Gerçi Possession`u bi türlü bulup izleyemedim. karşınızda liste ve videolar. Sizlerin Favorilerini merak ediyorum...
En İyi Kısa Film (Animasyon)
Get a Horse! 
Feral 
Mr. Hublot 
Possessions 
Room on the Broom 


GET A HORSE!

       Lauren MacMullan ve Dorothy McKim yönetmenliğini üstlenmiş. Eeee Disney`den çıktığıda kabak gibi meydanda.


FERAL

      Yönetmenliğini Daniel Sousa ve Dan Golde birlikte yapıyor. Prodüksiyon Creative Capital tarafından yapılmış bulunmakta.Resmi Web Sitesi için  tık tık.


MR. HUBLOT

        Yönetmenliğini Laurent Witz ve Alexandre Espigares birlikte yapmışlar ve Zeilt prodüksiyondan bizlere sunulmuş. İki parça halinde kendileri. Resmi Web Sitesi için tık tık

                       


ROOM ON THE BROOM

        Bu nette bulabildiğim en uzun hali. Youtube da aratırsanız daha fazla ve iyi görüntülü bi şeyler bula bilirsiniz. Resmi Web Sitesi için tık tık.



      Jonathan Rhys Meyers’a olan derin aşkım ve tutkumdan bahsetmiş miydim daha önce? Lise de ergenlik dönemimde millet oturmuş Yaprak Dökümü izlerken ben The Tudor izliyordum. Ve Jonathan Rhys Meyers’lada bu vesileyle anıştım. Tabi dizinin bide Henry Cavill gibi muhteşem artıları da boldu. Hele ilk sezon göz ziyafetiydi. Jonathan Rhys Meyers’ında dizi sayesinde resmen yaşlanma evrelerini izledik. Çünkü çok iyi bi makyaj ekibiyle izleyiciyi şaşırtıp acaba adam gerçekten yaşandı mı dedirtti.



      Çok geniş bi vampir kültürüm olduğu söylenemez. Ama Dracula`yı duymayan yoktur. Yalnız diziyi izleme sebebim açık ve net Jonathan Rhys Meyers’dı. Yoksa bir vampir dizisine daha başlamak gibi bir niyetim yoktu. İlk iki bölümden sonra  baya bi ara verdim. Sonra 6. Bölüm yayınlanmışken aklıma onu izlemeyi unuttuğumu fark ettim ve bölümleri art arda izledim. Ve diziye bayıldım. Ara verince bende soğuma gibi bi durum oluyor az kalsın ona kurban gidecekti. Neden tv izleyemediğime de bi sebepte budur zaten.


     Gel gelelim Dracula`ya. Adam vampir rolüne cuk diye oturmuş. Zaten VIII. Henry rolünden sonra aptal aşık rolünde oynayacak değildi. Gerçi Dracula yani Kazıklı Vlad onu bi vampire dönüştüren tarikatın yaktığı karısına deli gibi aşık. Ve karısının vücut bulmuş hali 19. Yüzyılda onu uyandırıp intikam fırsatı sunulduğu İngiltere`de karşısına çıkıyor. 


     Mina Murray bizim Dracula`nın ağrıyan karnı, kanayan yarası. Çünkü karısı IIona`nın reenkarnasyon ile tekrar aynı bedende vücut bulmuş hali. Dracula`nın sevgili IIona`sını onu cezalandırmak ve sonsuza dek lanetlemek için gizli bir tarikat olan Ejder Tarikatı, gözlerinin önünde resmen ızgara yapıyor. Sonrasında ise onu kana susamış -vampir zaten kana susar dimi- bi vampir haline getiriyorlar. 


     Nasıl olduğunu bilmiyoruz ama en sonunda Dracula kendini bir anıt mezarda buluyor ve dizide tam olarak onun uyandırılmasıyla başlıyor. Van Helsing isimli doktor kendi intikamını alabilmek için Dracula`yı  güzellik uykusundan uyandırıyor. Dracula Alexander Grayson adında Amerikalı bi girişimci olarak kendini İngiliz sosyetesine etkileyici bi gösteriyle sunuyor. 


     İngiliz sosyetesinin en güçlüleri Ejder`lerden oluşuyor. İngiliz ekonomisine, yargısına, yasasına her şeyine hükmediyorlar. Savaşa bile kendi çıkarlarına göre karar veriyorlar. İşte Dracula`da onların elinden zenginliklerini alabilmek için petrole ihtiyaç duymadan kullanılabilecek enerji çalışmaları yapıyor. Düşmanı çok dostuysa çok çok az. Bu doktor var ki, asıl kitapta Dracula`nın sonunu getiren adam şimdilik dost ve onun güneş ışığına çıkabilmesi için uğraşıyor. Bide Renfield var ki ona bayılıyorum. Şu sessiz ama gerçek dost olan zeki, iş bitirici insan tipi. 


      Mina ise doktor olmak için uğraşıp duruyor. Gazeteci oğlan var Jonathan Harker kendisi Mina`nın nişanlısı. Harker`da şimdilik dizinin süzme salak kadrosunda. Adamdan ciddi anlamda hiç hoşlanmıyorum. Lucy var bide. Garip bi tip ama şimdilik çok zararlı bi tip değil. Ama hatunun bi tarzı var. Yani espri anlayışı, istediği için her şeyi yapacak cesareti o yüzden bu hatuna da bi sempati beslediğim söylenebilir. Lady Jane ise dizinin baş sürtüğü kadrosunda ama bu hatuna bayılıyorum. Kadın çok karizmatik çünkü bi vampir avcısı.


     Ah bide ben bu yazıyı yazmak için Dracula`nın kitap versiyonu hakkında  kısa bi araştırma yapayım dedim. Daha önceden film versiyonunu da kitap versiyonunu da benim radarıma takılmamıştı. Tamam Dracula vardı, biliyordum ama ismen. İşte ben araştırınca yazarı Bram Stoker`ın esinlendiği adamın aslında gerçek bi karakter olduğunu öğrendim. Voyvoda III. Vlad Tepeş Eflak prensi oluyor kendileri. Zamanında babası savaşı kaybedince Osmanılıya esir olmuş ve uzu yılların, bir çok olayın sonunda kendisini Eflak tahtında bulur. Ama aşırı derecede acımasızdır. Özellikle Osmanlı askerlerini kazıklara geçirir. Ve Kazıklı Vlad ismini de böyle kazanır. Hatta akan kanıda şarap niyetine içtiği söylenir. Bu yüzdende insanlar onun vampir olduğunu düşünürlermiş. Ve böylece Kont Dracula adını da alır. Sonu ise tarihe kafasını koparılması ve öldüğüne ispat için İstanbul`a gönderilmesiyle biter. Bu arada aklıma gelmişken bizim bu doktor Van Helsing var ki onun bir vampir avcısı olması gerekiyor orijinalinde ve Dracula`nın sonunun da onun ellerinden olması gerekiyormuş.


    Bilgilerden sonra geldik son sözlere. Dizide aksiyon hiç bitmiyor. Her bölüm bu kez ne olacak diye bekliyorum. Kan oranı da bence tam kıvamında ama merak ettiğim Jonathan Rhys Meyers’ın kan diye ağzına aldığı o sıvının tadı nasıl. Eğer kötüyse her bölüm adama işkence olur. Ve bence diziyi kesinlikle izleyin. 


          Biri bana haftaya altı adet sınavım olduğunu hatırlatabilir mi? Ben bu durumu tamamen göz ardı edip, dayanamayıp Kayıp Dük`ü okudum. Ama Julia Quinn`i o kadar özlemiştim ki kendimi tutmadım. Bridgerton serisinden sonra zaten büyük bi boşluk yaşamıştım. Yayınevi de ne yazık ki daha hızlı ve daha çok Julia kitabını servis etmiyor yemekte.


          Jack Audley eski asker yeni haydut… Grace Eversleigh ise son beş yılını dul Wyndham Düşesine refakat etmekle harcayan geçiren genç bir kız. Düşes ailesi öldükten sonra onu iğrenç kuzeninden kurtarmış. O gün bu gündür de Grace düşenin tüm huysuzluklarına, ağzından zehir akan kelimelerine katlanmak zorunda kalıyor. 




        Jack ve Grace`in hayatını değiştiren ise bi davetten dönerken Jack`in onları soymaya kalkmasıydı. İki kadın ağzı hiç durmayan, komik bir haydutla karşılaşınca dut yemiş bülbüle dönüyorlar. Tabi hayalet görmüş beyaz suratlar. Ama dul düşesin soyulmak renginin atmasına ilk sebep olan şeyse, geri kalan titremesi, heyecanı canlanıp karşısında dikilen oğlu. Adam tabi kalkıp mezarından zahmet edip gelmedi ama ölmeden önce bıraktığı genler kadın tam karşısında duruyordu. Kadın Jack`i görür görmez en sevdiği oğluna tıpatıp benzediğini fark ediyor. Hem de maskesine rağmen. 


         Kazada kaybettiği oğlunun çocuğunu bulduğuna ikna olan kadın, bu kez hayduttu ikana etmeye çalışıyor. İşte ipler burada kopuyor. Jack bi anda kendini kaçırılmış ve babasının ailesiyle başbaşa buluyor. Aaa bide şöyle bi küçük detay var meşruysa tebrikler dük oldu. Çünkü bu onun doğum hakkı. Ve açık bişey ki meşru. Ama onun umrunda olan tek şey var. O da Grace ve ondan soygun gecesi aldığı öpücük.


         Adamın bu dük olma olayından nefret ediyor. Kendine göre sebepleri varken bide üzerine Grace`in dük olursa ondan kesinlikle uzak durması gerektiğini düşünen toplumsal baskı sonucu oluşmuş düşünceleri var. Bide şu an ki dük Thomas var ki ondan hoşlanmamasına rağmen adamın dürüst olduğuna güveniyor.


        Şimdi düşesin bu velihat olma olayını kesinleştirmek için İrlanda`ya annesinin babasıyla evlendiği yere gidip belgeleri bulması gerektiği hakkında kesin bi fikri var. Tabi bide Thomas`ın nişanlı olduğu Amelia faktörü var. Babası kızı düşes yapmak konusunda oldukça ısrarcı. Jack ise İrlanda`ya onu büyüten teyzesine tekrar gitmemek için kendince sebepleri var. Ahh olaylar karışıp duruyor işte. 


      Gelelim eleştirilerime. Ahh bu bi bayıldım eleştirisi olabilir ama ilk bi kaç kötümsü şeyler var. Birincisi Bridgerton serisi üzerine hemen okusam bu kadar beğenir miyim bilemdim. Ama şu an bayılıyorum. Balo falan olamadı ve karakter sayısı az geldi. Tabi bu koca Bridgerton ailesinden sonra. Ama kitap kesinlikle güzeldi.


       Yazar Jack ve Thomas`ı cidden harika çizmiş. Normalde Thomas`ın delirmesi düklük elden gidiyor adamı ortadan kaldırmalıyım demesi gerekirken son derece asil davrandı ve beni kendine hayran bıraktı. Asil, otoriter ve tam olarak büyütüldüğü gibi bi dük olmaya son derece uygun. Ama Jack`te öyle. Yani onun gibi değil ama onun öyle harika bi etkisi var ki insan dünyaları ayağına sereyim istiyor.



        İki kuzenin  de ortak noktasıysa yaşlı büyük anneleri çekilmez dul düşese olan tavırları. İkisi de hatuna katlanamıyor ve sürekli onu kışkırtıyorlar. Tamam kadın harbi çekilmez ama ona olan davranışları beni çileden çıkardı. Tamam yerlerinde bende olsam fazla atlanamazdım ama yaşlı kadın çok yalnızdı. Ben yalnız insan görmeye dayanamıyorum galiba ondan. Eğer biri yalnızsa sanki o benim suçum gibi geliyor onu yalnızlığa terk edenlerden biri gibi. Neyse psikoanlizimi bi kenara bırakıyorum. 

         Finallerimi unutturdu bu kitap bana. Sonuna, başına, kerakterlerine, her bişeyine bayıldım. Aşkları yine beni deprasyona sürüklerdi ama finallerim var güçlü olmalıyım. Bence kendinize bi Kayıp Dük alın. Kendinizi kitaba bırakıp mutlu edin. Koca koca okumalı günler…..

 Two Dukes of Wyndham Serisi
1. The Lost Duke of Wyndham
2. Mr. Cavendish, I Presume e

Bu ara dinlediğim şarkılardan biri dee....





       Uzun zamandır kitaplar beni hayal kırıklığına uğratıp duruyordur. Yakındım yakındım durdum. Ama sonunda yeni bi yazar tanımakla kalmadım eğlenceli de bir kitap okudum. Evet sınav dönemine girdim ama tutamadım kendimi.  Kitaba bi bakayım dedim ama fark etmeden sabah olmuş.


      bayağı bi süredir Aşkın Büyüsü sepetimde duruyordu. Ama evde kimse olmadığından kitap siparişini ayda bi kez iş yerine yapmaya başlamıştım. Ama finaller kapımı tıklatınca hemen sipariş verdim. Ve sonunda bende okudum ve açıkça söylüyorum sevdim.





     Pasifik Ateşi  bi beyzbol takımı. Yani hiç anlamadığım, hakkında nerdeyse hiç bişey bilmediğim bi spor. Beyzbol hakkında film izledim kitap okudum  daha öncede. Ama gelin görün ki hala olayı anlamadım. Diğer kadınlar için forvet neyse benim içinde beyzbol o. Bu kitapta da bolca beyzbol terimleri, olayları var ama buna rağmen sıkılmadım.


       Pasifik Ateşi`nin yakışıklı, seksi, başarılı, çekici, küstah, soğuk, cool adamı Pace Martin gazetecilerden nefret ediyor. Ama bu bizim sır meraklısı Holly Hutchins`i bi türlü durdurmuyor. Çalıştığı site için beyzbol hakkında yazı dizisi hazırlaması gerekince Pace ile işe koyuluyor. Ama Pace yaşadığı sorunlar bi kenara gazetecilerden, hayranlardan, ilgiden hiç mi hiç hoşlanmıyor. Yalnız bu gazeticiyide gözüne kestirmeden edemiyor. 


       Holly tüm takımla röportaj yapmayı başarmasına rağmen bizim inatçı keçiyi bi türlü ikna edemiyor. Ama Pace hakkında yolunda gitmeyen bi şeylerin olduğunun ilk andan beri farkında. Çünkü adamın omuzunda bi sakatlık söz konusu ve kimseye çaktırmamak konusunda bi hayli ısrarcı. Holly normal de iş sır olunca yayınlamaktan çekinmezken işin ucu Pace`e dayanınca 45895135 milyon kez düşünmek zorunda kalıyor. Çünkü başta belirttiğim gibi bu adam tanrının çılgın projelerinden biri. Holly`de bu duruma karşı koyamıyor.



       Tabi olaylar benim anlattığım gibi bu kadar basit değil. Birincisi hatun Pasifik Ateşi`yle birlikte yolculuğ çıkıyor. Böylece hem bilgi topluyor, hem de yazı dizisine devam ediyor. Eee Pace`de için bonus bonus kısmı. Ve bu maçlar sırasında Pace ile Holly`i birbirine bağlayan bi olayda işe eğlence katıyor. Pace ve Holly her maç öncesi öpüşmek zorunda. Çünkü öpüşmezlerse kazanamayacaklarına dair bi batıl inanç edinmiş takım var. Hatta antrenör zorla odaya bile tıkıyor. Aa bu arada sevişmekte yasak. 


      Küçük detaylara gelirsek adamla hatun alev alev yanıyor. Ama ikisinin de güven problemleri var. Bunların üstesinden gelmek içinde çırpınıp duruyorlar. Adamın hayatı sadece bayzboldan ibaret. Holly`se işinden başka bişey düşünmeyen bi tip. Kadın karakter zaten öyle sümsük, ağlak bir tip değil. Yazar oldukça baskın, kendi ayakları üzerinde durabilen oldukça gerçekçi bi karakter çizmiş. Erkek karakter ise mükemmel olmakla birlikte insansı özellikleri de var. Yani karakteri öyle tanrılaştırıp da bırakmamış. 


      Bide Wade var bu kitapta ki çikolatalı pasta gibi. Cidden adama bayıldım. Bi sonraki kitap onun hakkında ve çıksa da okusam diye pozisyon almış atlet gibiyim. Diyaloglar zaten bi harika ve eğlenceliyken Wade`in olduğu yerler resmen coşmuştu. Çapkın, tatlı dilli yakışıklı için ne kadar zaman beklemem gerekecek bilmem ama ben bu Nemesis Yayınlarına bayılıyorum. Son dönemde harika kitaplar basıyorlar ve işin güzel tarafı da ucuz.


      Kitabın dili oldukça akıcıydı ama şu terimler beni yordu. Bide kitabın bazı yerlerinde aralarında ki saçma anlaşmazlıklar. Ama şu da var gerçek hayatta da gönül ilişkileri saçma anlaşmazlıklarla dolu. Tavsiyem kitaba da yazara da bi şans verin.  Keyifli vakit geçirmek için birebir. Hem ders çalışmak zorunda olmasam anlatacağım eğlenceli kitap dedikodularım bile vardı. Artık gerisi sizde…

Şu bi kaç gündür de Icona Pop`ın  Light Me Up takıntım oldu...