Merhabalar. Tembelliğime birde meşguliyetim eklenince bu aralar blogla doğru düzgün ilgilenemez oldum.  Bi kaç gün önce beni mimleyen deeptone, Dördüncü Tekil Şahıs ve Bir Delinin PembeDefterine ilk önce çook çok teşekkür ediyorum. Sonrada bu kadar geç kaldığım için çok özür diliyorum. Fikri ortaya atan deeptone ayrıca çok teşekkür ediyorum. Sayesinde yeni yeni bloglar keşfettim =) Son dönemlerde doğru düzgün blog okuyamıyorum da, okusam da yorum yazamıyorum. Bu yüzden beni takip edip yorum yazan arkadaşlara ayrıca teşekkür ediyorum. Benim çeşitli sebeplerden ilgisizliğime rağmen hala yanımda olup okudukları için =)
Takip ettiğim bloglara gelirsek severek takip ettiğim bi çok blog var. Ama deeptone`u keşfettiğim günden beri okumadığım yazılarını biriktirip biriktirip okuyorum. Kaldı ki Dördüncü Tekil Şahıs ve Bir Delinin Pembe Defteri`ni de.
1.Senden Benden Bizden bloğunun sahibi simge var. Cidden harika yazıyor. Bi gün bi yazısına rastladım ve çok beğendim. Sonra ilk yazısından itibaren okumaya başladım. Sonunda son yazısına kadar ulaşabildim.
2.Geçen Eylül keşfettiğim ve o günden beri film, kitap, müzik ve daha fazlasını bloğunda bulunduran Asena G.  `nin bloğu var.
3. Kitap yorumlarını gizliden gizliden takip ettiğim, acı bi şekilde hiç yorum yazmadığım Düş Çobanı var.http://pirateofthebook.blogspot.com.tr/
4. Hemen hemen her konudan bahseden, kafas ne yöne rüzgar estirirse o konu hakkında yazan, okuyanı kendie bağlayan Gülni var.
5. Okuduğu kitapları takip ettiğim, yaptığı yorumlara bakmadan geçemediğim Mellyland var.
6. Kristal var bide. Okumak istediğim her kitabı benden önce okuyan insan.  http://kristalkitap.blogspot.com.tr/
7. İlginç bilgilerin toplandığı uzaya meraklı bide Satıgül var.  
8. Önceden tanıdığım ve blog açtığına çok sevindiğim bide Kırmızı çerçeve var. Henüz bloğu çok yeni ama çok iyi işler başarıcağına eminim diyebilirim.
9.Gizli gizli okuduğum ama onun dünyadan haberi olmadığı yazılarına bayıldığım O da var Buddha.
http://odavarbuddha.blogspot.com.tr/
10.Kozmetikten kitaba herşeyden yazan ama benim en çok kitap yorumlarını beklediğim metal bebek var mesele..
http://metalbebek.blogspot.com/
11. Çok fazla kitap bloğu takip ediyorum. Hemde öyle böyle değil. Ama içlerinden en çok The Reading Lady`i seviyorum ve her yazısını okuyorum. Son olarakta onu mimlemek istedim.







Bugün kendim için bişey yaptım. Zamansızlıktan yoğunluktan hem şikayetçiydim hem de memnun. Dersimin erken bittiği tek gün Çarşamba. Bende arkadaşlarımla uzun zamandır gitme istediğimiz yere sonunda gittim. Eve gidip uyumakla gitmek arasındaki savaşı sergi kazandı. Yazmaya üşenirdim ama bundan bahsetmeden geçersem sergiye katılmamın hiçbir anlamı olmadığını düşündüğüm için yazıyorum.


Karanlıkta Diyalog sergisi dünya üzerinde 130 ülkede gerçekleşmiş ülkemizde de Dialogue In The Dark Istanbul (Karanlıkta Diyalog)adıyla bizlerle buluşuyor. Sergi Gayrettepe metrosunda. Tam olarak da metronun içinde yer alıyor. Serginin olayıysa şu; zifiri karanlık bir parkur. Bu parkurda dolaşırken size görme engelli bir rehber eşlik ediyor. Hiç bişey göremiyorsunuz. Elinizde görme engelli arkadaşlarımızın kullandığı baston dışında hiç bişey yok. Görme duyunuz dışında kalan duyularınızı kullanmak zorundasınız en çokta duyma duyunuzu.  



Açıkça söylemek istiyorum ki edindiğim en farklı deneyimdi. İçeride İstanbul`u bize gezdirdiler. Hiç bişey göremiyorsun.  Girdiğin an zifiri karanlıkla karşılaşıyorsun. Her taraf saf siyah, renkler yok. Rehberimizin bize dediği gibi acemi engellileriz. Görmüyoruz ve koca bi şehirdeyiz. Bi parktan geçiyorsunuz, kuş sesini, köpeği, doğanın seslerini duyuyorsunuz ama parkı görmeden keşfediyorsunuz. Rehberiniz sizden bankı, bisikleti bulmanızı; duyduğunuz sesleri söylemenizi istiyor. Taksime gidiyorsunuz, vapura binip boğaz turu yapıyorsunuz. Pazarda dolaşıp hangi meyveye sebzeye dokunduğunuzu bulmaya çalışıyorsunuz. Duvardaki alfabeden adınızı yazmaya çalışıyorsunuz. Karşıdan karşıya geçmek bizler için o kadar kolay ki. Sağına soluna bak geç. Ama orda güvenli bi ortamda olduğunuzu bilmenize rağmen tedirgin oluyorsunuz. Görmeyen biri tüm bunları her gün yaşarken siz bu sergi sayesinde anlıyorsunuz. 


Farklıydı. Gerçekten farklıydı. Görmüyordum ama ilerlemek zorundaydım. Etrafımı dokunarak, duyarak tanımak zorundaydım. Sesleri ayırt etmek, gideceğim yolu bulmak zorundaydım. Düşünsenize kendi elimi bile içerde göremedim. Hiç bişey, hiç kimse görünmüyor, sadece sesler.  O parkurda yürürken bile bi yere çarparım endişesi taşırken bizler kaldırımlara araba park ediyoruz, kaldırımdaki yürüme bantların üzerine tabela bırakıyoruz. Aynı dünyada yaşıyoruz ama onlar yokmuş gibi davranıyoruz. Görmüyoruz görmek istemiyoruz. Gören gözlerimizin ne kadar kıymetli olduğunu bilmiyoruz. O kadar meşgulüz ki kafamızı kaldırıp etrafa renklere dönüp bakmıyoruz bile. Ne kendimizin nede onların farkındayız. Koşullarımız eşit değil. Bizler koşulları eşitlemesi gereken kişilerken boyna zorluk çıkarıyor, hor görüyoruz.


İçerdeyken ben rengi özledim.  Her yer o kadar siyahtı ki. Ne kadar şanslı olduğum bi kez daha kafama dank etti. Görmemenin ne demek olduğunu gerçekten anladım. Ben bunu bir buçuk saat yaşarken, benim için bi deneyimken, bi empati unsuruyken bazılarımızın gerçekleri. Rehber turun sonuna geldiğimizde” Bana ilk ulaşana aydınlığı hediye edicem” dedi. Evet ışık bizim için bi hediye. Hiçbirimiz farkında bile değiliz çünkü ona zaten sahibiz. 


İlk defa bur da söylüyorum. 13 yaşındayken omuriliğimden bir operasyon geçirdim. İşte ilk defa o zaman yürüyememenin ne demek olduğunu anladım. Ameliyat olduktan sonra bırakın yürümeyi, boynumu bile çevirmem için hem fizik tedavi olmam gerekti, hem de günlerimi aldı. Benim için kısa bir dönemdi ama normale dönemem tam anlamıyla aylarımı aldı. O zaman ilk defa yürüyememenin ne demek olduğunu anladım. Zor, zordu. Yatakta dönerken bile birine ihtiyaç duymak o kadar güçsüz hissettiriyordu ki. Yürüyememek, koşamamak…. Gitmek istemediğim çöp atma seansı bile yapmak istediklerim arasındaydı. Bu günse kör oldum. Göremedim bir buçuk saat boyunca. İşte bugünde onları anladım. Onlar için her şeyi ne kadar zorlaştırdığımızı, sabırsız olduğumuzu anladım.


Kör olmak zor. Gerçekten. Ben bir buçuk saat bu kadar zorlanırken bir ömür öyle kalacak olanlar var. Hiç rengi görmemiş, görüp de kaybeden var. Toplum olaraksa ne yazık ki duyarsız ve umursamazız. Sadece konuşuyor, hiç bişey yapmıyoruz. İşte bu yüzden kızıyorum. Çünkü yapabileceğimiz birçok şey var. Ben iki yıldır kendi üniversitemde görme engelliler için sesli kitap okuyorum. Sizlerde bunu yapabilirsiniz. Dünya göz hastanesi bu etkinliğin sponsorlarından biri. Dünya Göz Vakfı gönüllüleri anlaştıkları stüdyolar ile sesli kitap okuma etkinliğine davet ediyor.  Bu linke tıklayarak(http://www.dunyagozvakfi.org/gonullu-olun/) sizde gönüllü olabilirsiniz. Lütfen tüm önyargılarınızı kapıda bırakın ve Karanlıkta Diyalog sergisini haziran ayına kadar gezin. Çocuklarınızı götürün ki duyarlı bi geleceğimiz olsun. Lütfen sizde bişeyler yapıp gönüllü olun. Etrafınıza hoşgörülü davranın.. Lütfen… 


Biletler Bietix`den alınabildiği gibi gittiğinizde girişten de alabiliyorsunuz. Hafta sonları yoğun olduğu için önceden almanız gerekiyor. On beş dakikada bir tur var=)
Normal :25 lira
İndirimli :17 lira
Süre: 90 dk.
http://www.dialogistanbul.com/anasayfa
http://www.dunyagozvakfi.org/gonullu-olun/



Generali Sigorta’nın reklamlarını bir süredir izliyordum. Önce eğlenceli olması dikkatimi çekti, sonra bir arkadaşım aracı için bildiğim iyi bir sigorta var mı diye sorunca aklıma geldi Generali Ali diye:) Reklamları aklımda kalmış demek ki… Üşenmedim gittim sizin için aradım.

Zorunlu Trafik Sigortası veya kasko için Generali’nin 7/24 Özel Sigorta Danışmanlığı hattı 0850 555 55 55’i veya generali.com.tr den 1 dakikada teklif alabiliyorsunuz. Generali Sigorta müşterisi olmasanız dahi bir kez teklif alırsanız size kişisel sigorta danışmanı atıyorlar. Bilgi alan kişi her aradığında, karşısında aynı danışmanı buluyor. Böylece müşteriler sorunlarını her defasında baştan anlatmak zorunda kalmıyor ve telefonda uzun uzun beklemeden işlerini kolayca halledebiliyor. Bildiğiniz size özel bir sigortacınız oluyor:)

Bu arada Generali 1831 yılında İtalya’da kurulmuş ve 150 yıldır Türkiye’de faaliyet gösteriyormuş. Tüm dünyada 65 milyonu aşkın müşterisi varmış. Bir sigorta şirketi için oldukça güvenilirler yani.

Bugünlerde Zorunlu Trafik Sigortasında %70’e varan indirimleri varmış. Eğer yakın zamanda zorunlu trafik veya kasko sigortası yaptıracaksanız Generali’den teklif almadan yaptırmayın derim. Teklifler kişiye ve arabaya özel yapıldığı için indirimler de kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Bu yüzden teklif alırken yaşınız, arabanızın yakıt türü gibi etmenler de önemli oluyor.

Hemen teklif alıp indirim kazanmak isterseniz, 31 Mart’a kadar generali.com.tr yi ziyaret edin.

1 Dakikada Teklif Almak için Tıklayın.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.


           Çok çok uzun zaman önce okuduğum bi kitaptı. Yazma sebebimse yukarıdaki animasyon. Bir anda ilham verdi. Çünkü kitapta buna benzer bi durum söz konusudur. Ama bunun yanı sıra kitapta Avrupa`nın o dönemki siyasi durumunun izlerini görmekte mümkündür. Yazarın içinde bulunduğu ruhsal durumun izlerine kitapta rastlamak mümkündür. Bunun yanı sıra ikinci dünya savaşı sırasında Nazi`lerin zorlu psikolojik baskılarına maruz kalan bir insanın yıkıntıdan sonraki hali mevcuttur. Yazar bu hali oldukça usta bir kalemle ele almış, her sayfa çevirişte şimdi ne olacak, başından neler geçmiş dedirtiyor.


         Kitap New York`tan Buenos Aires'e giden bir gemiye binen kahramanımızın ağzından anlatılıyor. Gemide can sıkıntısıyla geçen uzun yolculuk sırsında, satranç şampiyonu Mirko Czentovic'le yolcuların arasında yapılan satranç turnuvasıyla başlar. Tek tek yenilmeye doyamayan grup sonunda birlik olup ona karşı hep birlikte oynamaya başlarlar. Kalabalığı uzaktan izleyen bir adam olaya dahil olunca durum benim bahsettiğim boyuta taşındı.




         Oyuna dahil olup satranç şampiyonunu düşünmeye sevk eden bu adam, Nazi Almanya’sının kurbanlarından biridir. Dr. B. Nazi döneminde Viyana`yı işgal eden Hitler Almanya`sının elinde gizli belgeler bulunduğunun düşünülmesi üzerine askerler tarafından tutuklanır. Dr. B. anlatmaya başladığı bu hikayenin sonunda satrançla olan bağını açıklar. 


         Yakalanması üzerine hangi işkenceleri geçireceğini düşünürken kendini bir yatak bulunan odada yapayalnız bir şekilde bulur. Günlerce orada zaman kavramını yitirip sorgu için beklerken kafasında bir sürü dolanıp durur. Diğerlerinin her şeyi söyleme olasılığına karşı itiraf, yalanlama, azıcık ipucu, tamamen susma, yanıltma…  Sorgular ve yalnızlıkla geçen bu döngüsünü kıran ise bir askeri cebinden çaldığı satranç kitabı ise onun hayatını değiştirir. Yalnızlıkla, kafasını dağıtmak amacıyla başladığı satranç macerası sonunda kendine karşı oynaması ve tüm bunların sonunda geçirdiği beyin humması. İşte bana animasyonda itabı anımsatanda tam olarak bu kısmıydı. Karakter bunu ileri taşıyıp beyninin içinde oynamaya başlar ve tek amacı bu olur. 


       Yazar çeşitli üzerine sayfalar yazılacak karakterler yaratmış. Satranç şampiyonun geçmişi ve kişiliği, hırslı zengin mühendis ve tabi ki Dr. B.. Yazar kitabı yazdığı dönemde sürgündeydi ve sonu da pek iyi bitmedi. Yazar yaşamına bir intiharla son verdi. Kendisi de Avrupa gibi kafası karışık bir haldeydi. Bir türlü kendi bulunduğu tarafı seçememiş arada kalmış ve hazin sonunu tüm çelişkili düşünceleriyle getirmiştir. Kitap kısacık ve okunması gereken nadide kitaplardan biridir. Kesinlikle tavsiye ediyorum. Koca okumalı günler.



En kötüsüde ne biliyor musunuz? O hiç aynanın karşısına geçip, kırışıklıklarına bakıp, "Yaşlanmışım be abi" diyemeyecek.
Bir daha güneşi teninde hissedemeyecek.
Karanlıkta korkunca annesine koşamayıp,tek başına mücadele etmek zorunda kalacak.
Küçük bedeni koca dünyaya sığdıramadılar.



       Etrafınızda bildiğiniz sahte evlilik yapmak isteyen zengin yakışıklı adam var mı? Hayır yanında üzerine iki kat puan hesabı bide aşkı iliştiriveriyorlar. Zaten kitabın adı Aşk İkinci Şans değil Aşka Şans Ver olsa daha mantıklı olurmuş. Bu arada edebiyatta mantık aranıyor muydu? Biliyorum saçmalıyorum ama tek sebebi kıskançlık. Çünkü ben şu ara Palavra Palavra Plavra modundayım…


       İlk Öpücüğün Büyüsü`nün o tahmin edilebilirliğini o kadar çok sevmiştim ki. Yüz bölümlük Türk dizisi, beş yüz bölümlük pembe dizisi izlemiş gibiydim. Sürprizi yok ama eğlencesi var. Yazarın dilinin farklılığı ve diyaloglardaki zekice esprileriyle beni okumaya teşvik etti.


         İtalyan erkelerinin sevmeyen kadın var mı bilmiyorum. Ama ben bayılıyorum. İlk kitap İlk Öpücüğün Büyüsü`nde Nick`i kıskançlıktan kudurtan erkek Michael`ı sizlere sunmaktan gurur duyarım. Alexa ilk kitapta en yakın arkadaşı ve Nick`i kız kardeşi  Maggie ve Michael`ı birbirin e yakıştırmıştı. Hatta bununla kalmayıp görücü usulü birde randevuya çıkmaları için zorlamıştı. İşte o yemektene olduysa oldu ve Maggie bu adama fena halde kafaya taktı. Ama iyi mana da değil. O yemek sonrası adama fena halde gıcık oldu. Sebebiyse Michael`in Alexa`ya aşık olduğunu düşünmesi. Abisi ve en yakın arkadaşının arasından girmesinden korktuğu içinde Michael `a sürekli kötü davrandı.




        Michael ne dedi, ne yaptı da Maggie`yi bu hale getirdi çok merak etmiştim ama sonunda öğrendim.  Kitap Nick ve Alexa`nın kızları Lily`i kucaklarına aldıktan sonra düzenledikleri Alexa`nın doğum günü partisinde başlar. Michael`da yapılan ortak işler ve Nick`in kıskançlık krizlerinin bitmesinin ardından ailenin dostu olmuş ve partinin önemli davetlilerinden biridir. Ve bizim yakışıklı zengin İtalya`nın ailesi ile başı derttedir. Kız kardeşi Venezia aşık olduğu adamdan evlenme teklifini koparır. Ama evlenmesi için annesinin kesin dile “ilk önce evin büyüğü olan abin evlenmeli” sözleri yoluna taş koyar.


          Kız kardeşinin kaçıp evlenmesi ailesini parçalayacağı için Michael hızlıca karar vermek zrounda kalır. Plan bir kadın bulup, annesine götürmek ve ciddi düşündüklerini hatta evlendiklerini söylemektir. Bu plana uygun tek kadında iş için Milano`ya gidecek olan Maggie`dir. Buda onunla pazarlık yapmasını gerektirir. Alexa`da aklı olmasa da buna körü körüne inanan Maggie`ye yapmaması halinde Alexa`nın peşine düşeceğini söyler. Maggie`de abisinin ve arkadaşının mutluluğu için kendini feda eder. (haha şanslı hatun… Ne fedakarlık ama….)


          Olaylar onları İtalya`ya sürükler ve aşık olmaları kaçınılmazdır. Michael`ın ailesi ise siz okuyanları tam olarak kalbinizden vuracak ve çok seveceksiniz. Babasının ölümünden sonra işlerin ve ailenin başına geçen Micheal tam anlamıyla fedakar bir aile babası ve deli dolu adam arsında sıkışmış bir adamdır. Kızı deli gibi ister ama aynı zamanda kaçar. Zaten ben şu erkekleri bi anlasam. Kadınlara diyolar ama sanki kendileri çok basit. Onların basitlik anlayışı kendilerini kaptıracak bi kız bulana kadar zaten. Kaldı ki bu fedakar adam o kadar baba kadrosuna yerleşmiş ki kız kardeşlerinin ona abi olarak ne kadar ihtiyaçları olduğunu, onay bekleyen kız kardeşlere sahip olduğunun farkında bile değil. Tabi bunları ona Maggie hatırlatıyor.


         Maggie`ye gelirsek bu kızın dasorunlu bi erkek geçmişi var. Kadın dünyanın en ünlü markalarının iç çamaşırı koleksiyonlarını fotoğraflıyor. Ve bunları giyenlerin hepsi erkek. O kadar yakışıklı adama kendini kaptırmamışken sen gel Micheal`a kaptır. Tabi bunu anlaması ve karşısındakinin erkek –konuşma özürlü – olduğunu unutuyor.  Zaten kimseye kalbini kaptırmamasını gerektiren travmatik bir çocukluk dönemi geçirmiş. Micheal desen onunda belli başlı travmaları var.


         Anlamadığım illa bi kitaba konu olabilmek sorunlu bi çocukluk, kapanmayan bi yaran olması mı gerekiyor. Yada bi filmin içinde aşk illa sebep veya o bu şekilde yer alması mı gerekiyor. Bi ara bu her filmin içine aşk yerleştirmeleri olayına takmıştım şimdi de sorunlu çocukluk geçmiş falan filan olayına taktım. Bu yazarların bence hepsinin içine Freude kaçmış.  İlla aşka olan korkaklıkları, güvenememe duygusunu çocukluğa maal edecekler. Yok yok ben bu arada taktım bu sorunlu geçmişe hırsımı kitaptan çıkarıyorum. 


        Michael`ın sonunda başına saksı düştü ve aklı başına geldi mi merak ediyorsanız söylemeyi düşünmüyorum. Zaten annesine hayran kaldım. En sevdiğim karakter tiplerinden biriydi. Her şeyi bilen gören ve istediği gibi hareket etmelerini sağlayan; ama hiç bişeyden haberi yokmuş gibi davranan. 


          Ahhh nerdeyse abisinin büyüdüğünü bi türlü göremediği ve abisinin yakışıklı arkadaşına aşık Carina var onu unutuyordum. O da tıpkı Alexa ve Maggie gibi aşk büyüsü kitabının yolundan gidip büyüyü yapma yolunda. Maggie tam istediği erkeği buldu bakalım işler onun için nasıl gidecek. Bi sonraki kitabı ben dört gözle bekliyorum. Şayet en sevdiğim kurgu türü var arkadaşının kardeşine duyulan aşk vs. umarım yayınevi bi sonraki kitabı hızlıca basar. Çünkü ben bu kitabı da, baştan sona neler olacağını tahmin edebileceğiniz İlk Öpücüğün Büyüsü`nü de çok sevdim. Bayanlar  baylar tavsiyem okuyun. Herkese koca koca okumalı günler.


      Bu kadar İtalya muhabbetinden sonra olmazsa olmazımız...




        Merhabalar… İlk defa merhaba diyerek başlıyorum. Sebebimse benden bahsedeceğim biraz. Blogla ilgilenemediğimin farkındayım ve  bu bende bir vicdan sızlamasına sebep oluyor. Aslında okumaya devam da ediyorum ama yazmaya fırsat bi türlü bulamıyorum. Sebep fazla ders, iş, kurslar… Tabi son bir iki haftadır boyna sızıp kaldığımdan bahsetmiyorum bile. Kitabıyla şömine başında sızan teyzeler gibiyim. 


       Ders çalışmayı sevmediğimi cümle alem bilir. Geçen dönem üç büt beklerken bir büte girdim kaldım. Şimdiyse ortalama yükseltmek için aldığım dersim, bir olması gereken seçmeli dersimde iki. Sırf meraktan seçmeli ders alıp vizeye finale girmek zorunda olup, ödev yapmazsa dersten atılıcak öğrenci kaşınızda. Dersi gözüm kesmediği için almaktan vaz geçtim ama aklım onda kaldı diye hocadan rica ettim. Sonuç bende baş kaşıyacak vakit kalmadı.




       Yemek yemeyi deli gibi seven ben vakit bulamadığım için aç geziyorum. Ben ki kışın rahat beş kilo alıp yaza spor yapmadan veremeyen ben bir ayda beş kilo verip, hala vermeye devam edip korkudan  diyetisyen kapısı çaldım. Annem kilo vermek için bi taraflarını yırtmaya başladı. Dengeli beslenme meraklısıydı zaten iyice sıyırdı. Ben bu kadar hızla verince de kolumdan tuttuğu gibi götürdü. Halbuki ben üç kilo daha vermede üç buçuk atmayı düşünmüyordum. Sonuç diyetisyen anneme üç kilo değil birbuçuk kilo verdi diye azarladı. Banaysa bu kadar hızlı zayıfladım dengeli beslenmedim diye çemkirdi. Hele ideal kilodasın zayıflama, spor yap deyince “Ne zaman beeee” diye bağırasım geldi.








        Grafik kursuna başladım bide. Sonunda bilgisayara dair sevdiğim programlar öğrenmeye başladım. Hayır bunu da sevmesem kendimden iyice şüphe etmeye başlayacaktım. Malum benim php deki efsane başarısızlıklarım dillere destan. Dans kursuna gidiyordum bide.. tabi o da bu ara baya bi yalan oldu ama kendimi ara verdin kızım sen tekrar başlarsın diye avutuyorum. O kadar yorgunluktan sonra kıçını kıvır, bacağını kaldır olayı yürümüyor. Hayır bide insanla değil de korkulukla dans ettiğini sanan partnerlere denk gelince un çuvalı misali ordan oraya atılıyorsun. Allah`tan hocam imdadıma yetişiyor. 


      Bi de ben çok fena bi çılgınlık yaptım gerçi baya oldu ama olsun. Malum sakarlıklarım efsane. Kim oturduğu yerden saçını otobüs kapısına sıkıştırabilir ki. Ben bunu başaran hatta bi kaçdefa daha tekrarlayan yegane insanlardan biriyim. İşte o saçlar artık o kapıya artık sıkışmayacak. Artık dışarda sallanan saçım yok çünkü. Bi delilik anında gittim saçlarımı kısacık kestirdim. Kuaförüm “Seni tanıyorum ucundan aldırmıyorsun bile emin misin? Ben kesemem.” dese de yaptım. Yetmedi annemle pazarlık yaptık ve geçici dövmeye izin verdi.  Bu onun için baya büyük bi adım. Çünkü “Kulağına dördüncü deliği açarsan kendini kapının önünde bulursun. Kulakların süzgece döndü. Dokuların paramparça oldu.” deyip duruyordu.


         Tamam bu kadar ders, kurs, iş var ama bide boş olduğum anlarda boyna geziyorum. Gezmeye çok vakit bulamıyorum ama haftada iki günü ayırıyorum. Sonuçta yaşamayı bilmek, hissetmek, eğlenmek lazım. Neyse işte bende kendimi yeni yerler keşfetmeye, bildiğim yerlerinde keyfini sürmeye adadım kendimi. Organizasyonu yapıp sonra topladığım milleti eken ben bi baktım annemin zoruyla kendimi dışarı atmışım. Anneme göre depresyon belirtileri gösteriyorum çünkü. Neyse işte boyna sergi, galeri gezdim, Beyoğlu sinemasında girmedik film bırakmadım. Bazen aşırı sanattan, eleştiriden boğuldum ama yine de sevecek bişeyler buldum. Kadıköy`ün harika köşelerini keşfettim, bol bol vapura bindim…


        Biraz da içimi döksem olmaz mı? Sıkıldım hem de fena halde. Ruhumda karma karışık. Bu yorgunluk, yoğunluk  hoşuma gitse de yemek yemeye, uyumaya vakit bulamamak canımı sıkıyor. Ben ya ben önüne geleni yiyen ben yemek yemeye vakit bulamaz oldum. Uyumak desen o da 4, 5 saat. Kitap okumayı deli gibi seven ben artık daha az okur oldum. Elime kitabı alıp uyuya kalmak berbat. Zaten toplu taşımada uuya kalma rekoru elimde. Şoför mü dürtüp son durak demedi, yanımda oturanlar mı dürtmedi uyan son duraktayız diye.. daha neler neler. 


        Offf tamam bunların hepsi bahane. Ben başaramamaktan fena halde korkuyorum. Maymun iştahım bi türlü ne yapmak istediğine karar veremiyor. Keşke biri gelse kızım sen aslında bunu istiyosun gerisiyle uğraşma boşver dese. Ya da off bu kadar şeyin altından kalkamazsın demek yerine koca çenelerini kapatsalar olmaz mı.

        Ben bide çok yalnızım. Bu ne perhiz bu ne lahana demeyin sakın. Çünkü kız kardeşim başka şehirde ve o yokken bendeki stabil his bu. Yatağımın karşısında duran boş yataktan hiç memnun değilim. Kardeşten öte en iyi arkadaşım her şeyim. Huysuz deli ama seviyorum işte. Gece gece çok ve boş konuştum galiba. Ama bu hafta sonu vakit ayrıp okuduğum kitapları yazıp eriteceğim. İzlediğim filmler ve gezdiğim sergi galeri falan ortaya karışık bişeyler yazmak istiyorum ama bakalım. Herkese koca ….. günler. Nasıl doldurmak isterseniz.

      Son olarak görme engelliler için sesli kitap okuyorum ve elimdeki kitap bitti. Ama hala yeni kitap ne olmalı karar veremedim.  Fikri önerisi olan?