Yine Pucca, yine ben, yine kahkaha, yine gözlerin dolması. Galiba Pucca`yı okuyup tek gözleri dolan mal benim. Hem gülmekten hem üzüldüğüm için. Bu acıma hissinden dolayı falanda değil. Bi şeyler içimde tanıdık geliyor. Farklı durumlar aynı his gibi. Yoksa annem ne beni terk etti nede sevsem mi nefret mi etsem bilemiyorum. Ama bi şeyler Pucca`da farklı işliyor. Beynim sanki o kitap sadece bana özel yazılmış, karşıma geçmiş başına gelenleri anlatıyor gibime geliyor.


       İlk depresyon halindeyken alıp iki kitabı hızlıca tüketmiştim. Üçüncü kitabı o kadar çok bekleyip Ankaralı öküzüne o kadar çok  kızmıştım ki… Ama yine dayanamayıp şu görme engelliler için sesli kitap olayında istediğin kitabı seç dediklerinde ilk tercihim Pucca oldu. O daracık odada sanki o satırları ben yazmışım gibi resmen ruhumu katarak okudum. Ağız dolusu küfür ettim, kendimi tutamadım güldüm… Ve sonunda Ceri ile hikayesini okuyabildim.


        Ve Geri Kalan Herşey`de Ceri`nin ortaya çıkması itibariyle Ceri taraftarı oldum birden. Pucca`nın haksız olduğunu bilsem bile ama bu Ceri modundayım. Çünkü o göt heriflerden daha çok seviyor gibime geliyor. Sinirli, bazen de öküz olsa da bence bu kızı harbiden seviyor. Ceri`ye dair sinir olduğum tek şey şu yaş olayını kafaya fena halde takması. “Anladık kızdan büyüksün de zorlasak bile babası olacak yaşta değilsin fazla abartmıyor musun?” diyesim geliyor.




         Kitap tam bir Pucca klasiği. Yok artık tanınıyorum dediklerime dikkat edeyim derdi yok. Popülaritem arttı kendimi şöyle öveyim derdi de yok hatun ben neysem oyum, ister beğen ister beğenme diyor. En azından okuyucularına. Yoksa o da her insan gibi adama kendini beğendir, annesine beğendir, köprüyü geçene kadar olayına giriyor. İçinden söyledikleriyle dışından söyledikleri bir olmuyor. Sanki hangimiz bunu yapmıyoruz ki. Biri iç sesimi altyazıyla verse yanımda üç beş insandan başka kimse kalmaz.


         Kitap Ceri`nin evlilik teklifiyle olaylara giriyor ve siz sonra fark etmeden bitiyor. Nasıl bitti anlamıyorsunuz bile. Otobüste okurken kahkaha attım, eve geldim gözlerim doldu. Pucca`ya baya alışmışım. İlk defa bu kitabı okurken ya biterse, daha yazmazsa ne yaparım derdine düştüm. Köşe yazılarını okuyorum, kitaplarını yutuyorum ve her seferinde hatun beynimi mi okuyor modundayım. Hani şu aklınızdan geçip de söylemedikleriniz oluyor ya, ha işte bunları söylüyor.


          Pucca`nın makus talihine o kadar alışmıştım ki Ceri ile ayrıldıklarını duyduğumda ilk aklıma gelen yine evlilik direkten döndü, terk edildi bu kız. Ceri`de üç beş aya kakalağın biriyle evlenir olmuştu. Kitapta baktım durumlar bambaşka. Kendini kimseye zorla sevdiremiyorsun. Bırak karşındakini tanımayı kendini tanımıyorsun. Bazen öyle sınıra geliyorsun ki kaçıyor gibi görünürken yaptığın aslında onu senden kurtarmak oluyor. Bence Pucca`nın yaptığı da tam olarak buydu. O yüzden onu terk ederken anladım, kızamadım. Sadece şu Adam mevzusuna ayar oldum. O Adam dedikçe ben Ceri dedim.


        Pucca her zamanki Pucca. Biraz yalancı, biraz kavgacı, biraz huysuz, deli gibi kıskanç biraz sinsi, çokça paranoyak, azıcık dengesiz, bolca dedikoducu, çıkarcı falan. Ve ben bu saydığım özelliklerin hiç birini kötülemek için söylemiyorum. Çünkü her insanın ben mükemmelim kalıbının altında bunlar olduğuna inanıyorum. Kendim için bile. Pucca bence herkesten aynı zamanda daha dürüst. En azından ben buyum diyebildiği bi yeri var. Ve biliyorum ki tüm bunların altında gerçekten vicdan sahibi. Kalbi hala 8 yaşında en sevdiği elinden alınmış bi çocuk gibi kırık, hüzünlü. 


        Kitabı kesinlikle okuyun, hem de her kitabını. Kendinize karşı biraz dürüst olmanızı, kendinizin farkınıza varmanızı sağlar. Kişisel gelişim kitaplarından ve zırvalıklarından ölümüne nefret eden biri için Pucca bende bu etkiyi mi yapıyor ne. Gerçi okuduktan sonra ağzım fena halde bozuluyor ve annem terliği gösteriyor ama olsun. He bu arada Adam fal tarifine uyuyor ama fala inanma falsızda kalma derler. Ama gel yapma, ne falcı teyzeler gördük neler salladı. Bu arada annem iyi fal bakar. Eğer bi gün Pucca okursan bu yazıyı söz annemi ikna edicem, fala gel. Hatun fal konusunda kendini fazla naza çekerde.

Bu aralar taktığım şarkı...




    Kötü karakter çekiciliği diye bişey var. Ben öyle iyi insan daha doğrusu iyi olan erkek karakter sevmiyorum yaa. Böyle iyi kalpli olunca, kadını çok düşününce gözüme pek bi ezik, pek bi sümsük gözüküyor. Tabi seri katilde istemiyorum. Gerçi Klaus katilin teki ama sonuçta vampir adam öldürmeyip ne yapsın, aç mı kalsın?


      Şimdi  The Vampire Diaries`ı duymayan yoktur. 3 5 sezondur ekranlarda. Bende oturup adam akıllı izlemiş değilim ama yazları tekrarlarında baştan sondan ortadan yakalayıp izlemişliğim var. O yüzden olaylara çok yabancı değilim. Diziye dair söylenebilecek şeyler Salvator kardeşler çok seksi ama Stephan sümsüğün teki. Gerçi kanın tadına baktıktan sonra daha bi hoş olmuştu ya neyse. Elena derseniz ilk defa hiçbir kıskançlık duymadan bi karaktere bu kadar uyuz oluyorum. Ben böyle avam Kezban karakter görmedim. Tabi hatunun taş gibi olduğunu fiziğini deli gibi kıskandığımı kesinlikle belli etmeye niyetim yok.



      The Originals`la nette dolaşırken pilot bölümü sayesinde tanıştım. Baktım benim VD`den tanıdığım kötü çocuk Klaus`un hikayesi hemen zıpladı. Vampir deyince aklıma Alacakaranlık geliyor ne yalan söyleyeyim. Sonra üzerine VD geliyor ki ergenlik tavan yapıyor beynimin o köşesinde. Sonra bi Vampirle Görüşme Tom ve Brad geliyor rahatlıyorum. Vampirler çünkü  15 16 yaşa tahsis edilmiş gibi. Eziyor gibiyim, aslında açık açık eziyorum ama şundan. Bende o yaşlarda oldum ama öyle ayılıp bayılmalar odama posterlerini asmalar olmadı bana garip geliyor. Duvarımı süsleyen posterler Apocalyptica`dan falan ibaret. Bide bu eEena gibi mızmızlanmaların tavan yaptığı dönem kendimden biliyorum. Hatta en çok kendimden ergenlikte nefret ettim.


       Yine anılara dalan ben Klaus`dan bahsetmeyi unuttum. Adam vampir kurt adam yani melez. Üzerine bide vampirlerin atası. Cadı annesi çocuklarını kurtarmak için vampir yapıyor ama Klaus`u bi kurt adamla ürettiğini unutuyor. Bu kardeşler birbirlerine sahip çıkıp asla yalnız bırakmayacaklarına dair söz vermişler. Ama Klaus`un kardeşlerine hançer saplama gibi bi hobisi var bu kısmı atlamışlar. Birbirleriyle anlaşamasalar, ikide bir ihanet etseler de işler ciddiye bindiğinde kenetleniyorlar.


       Klaus Hayley isimli bi kurt kızı hamile bırakınca zamanında kaçtıkları şehre geri dönüyorlar. Tabi zamanında kralken şimdi besleyip büyüttüğü adamı kral görmek Klaus`u delirtiyor. Tahtını Marcel`den alıp tekrar şehri parmaklarında oynatmak istiyor. Tabi işin içine insanlar, cadılar, kuradamlar ve daha çok vampirler giriyor. Böylece güç savaşları başlıyor. Klaus`un yanında Elijah ve Rebekah`dan başka da bi Allah`ın kulu yok.


      Entrika, göze ziyafet dolu bir dizi. Klaus sonuna kadar kötü adam çizgisi dışına çıkmıyor. Ama zavallım çoğu zaman yanlış algılanıyor. Sonra bu adam niye hırçın.  Sık sık geçmişe dönüyorlar, o vampir cadı alemin de ki gizli şeyleri ortaya koyuyorlar. Ama en çokta insanı merakta bırakıyorlar. Çarşambaları gözüm yollarda bekliyorum bölüm düşsünde izlesem diye. Yol yakınken sezon sezon birikmeden gelin izleyin. Kız kardeşim True Blood dışındaki vampirler salakça izlemem derdi o bile başladı….
       Tüyaptan aldım ve vize haftam biter bitmez kulemi okumaya başladım. İlk tercihimdi. Sebeplerine gelirsek kapağı çok iyi yaa. Kırmızının tonu, kadının elbisesi, saçı başı her şeyi. Kapağa aşık oldum ben kesinlikle. Ve kadın karakterin tipiyle de kapak çok uygun, cuk oturmuş.


        Gelelim kitaba. Kitap öyle hızlı bi giriş yaptı ki, “wuhuuu harika bi şey geliyor” dedim. Kitap ilk sayfa ile olaya daldı. Kadın karakter Sarah Hamilton Amerika’dan babasın ölümü üzerine kalkıp lordların cirit attığı İngiltere`ye geliyor. Babası ölmeden önce son nefesini vermeden aklına kızını düşünmek gelmiş. Ölünün arkasından böyle konuşulmaz ama adam hayatı boyunca kızını hiç düşünmemiş. Ölürken düşüneceği tutmuş ve abisi Westbrook Kontu`nun yanına gideceğine dair söz verdiriyor. 




      Herşey harika güllük gülistanlık olmasa da Sarah İngiltere`ye gelmeyi başarıyor. Amcasını  önüne çıkmadan toparlanmak için geceyi handa geçirmeye karar veriyor. İşte işler bu noktada kopuyor. Hancı fahişe zannedip oda vermiyor, damın biri fahişe sanıyor ve arkadaşını koynuna girsin diye bi odaya alıyor. Bizim kızda baya Kezban düşünemiyor. Yatacak yerim var düşünmeme gerek yok diyo. Soyunup yatağa giriyor ve Alvoord Dükü James Ranyon her şeyden bi haber odasına gidiyor. Kızı gönderme niyeti hatunun güzelliğini fark edince yalan oluyor. Sabah Sarah adamın koynunda uyanıp bide millete yakalanınca  James kızla evlenmeye karar veriyor. E kız bide Westbrook Kontu`nun yeğeni. 


      James`in hayatı da pek iyi değil. Manyak bi kuzeni var. Kuzeni adamı mezarla buluşturup, dük olma peşinde. İşte bu kitaba aksiyonu katıyor. Aslında hayatlarını da yönlendiriyor. Ama yazarın kafası azıcık karışıktı galiba itabı nereye sürüklese bilememiş gibi. Kitaba o kadar hızla girdikten sonra bi garipleşti. Çünkü aşkları pek bi yüzeyseldi, karakterler bi ne yaptıklarını bilmiyordu sanki. 


       Kitaptaki karakterleri sevdim. Çok komik diyaloglar vardı bi kere. James ve arkadaşları baya formundaydı. Hele Robie… Bayıldım adama. Bi kısmının James ve Sarah`yı dürtükleyip birbirlerine itmeleri bi kısmının aman mercimeği fırına vermesinler durumları harikaydı. Zaten çift arasında tutku okeyde, aşk bi soru işaretiydi. Çünkü yazar derinden işlemek yerine hikayeyi harcamış. Zaten adam bakir çıktı. Yanlış duymadınız. Bildiğiniz bakir. Şimdi bu kitabın gizli, enteresan şeylerinden biriydi. O devirde o mevkiiyle bakir adam zor. Ya devre bakma bakir adam biraz garip bi fantezi. Amerikalı bi kaç yazarda var bu. Anna Campbell`in Mahrem`inde de vardı.


      Adamın durumu malum ama kız çok farklı bi kafa yaşıyordur. Ama sormak yerine baya sustu. Tipik kadın milleti kafada kurup kurup anlatmıyor. Anlatınca James de açıklamakta pek yeterli değildi hani. İletişim problemleri için kesinlikle çift terapistine ihtiyaçları vardı.


       Kitabın kapağını beğendim. Dili de gayet güzeldi. Karakterleri sevdim. Konu gayet güzel. Hızlı giriş ve içine çekip bi şekilde okutuyor. Ama gel gör ki bi şeylerde tam tatmin etmiyor. Şimdi bi Judith McNaught, Julia Quinn. Julie Garwood`la tanıştıktan sonra çok yavan geliyor. Ama okunmaz mı okunur. Sürüklüyor ve eğlendiriyor. Zaman geçirmek için birebir. Ama elinizde daha iyi kitaplar varsa sonraya ertele bileyeceğiniz bi kitap.


Şarkımsa bu ara fena halde taktığım Rita Ora`dan...




Ne zaman D&R da dolaşsam itiraf ediyorum erotik kitap bölümüne de göz atıyorum. Lulu ısrarla karşıma çıkıyordu ve sonunda aldım. Toplumun nasıl olduğu bilindiği için bunu alırken yanımda utanıp sıkılıcak kimseyi getirmedim tek başıma aldım çıktım. Kapak falan bişey değil zaten. Arka kapakta da konu şöyle böyle verilmiş ki şahin göz değil millet on metre ilerden görsün. İnsan yaşamın her sürecini konuşmak bana doğal gelirken toplumun her kesiminde aynı karşılanmıyor durumlar. Ayıp diye kapatılıyor. Leylek hikayesi bi şekilde çocuklara yedirilmeye çalışılıyor. Ben bu hikayeyi yemeyince annemin nasıl paniğe kapıldığını hala hatırlıyorum. Sonunda annemin kankası baban annenin karnına yumurta koydu o yüzden karnımız şişiyo siz doğuyorsunuz demişti. Çünkü onunda o ara karnı burnundaydı. Yumurta mantığıma çok yatmasa da  leylekten daha çok tatmin etmişti. Gerçi yumurta nasıl karnına giriyor diye az kafa patlatmadım değil. Şimdilerdeyse yumurtadan hiç haz etmiyorum. Sebep hikaye değil. Haşlanmış yumurtanın içinden civciv falan çıkar diye fana korkuyorum.




Kitabı alıp gram utanmadan kasadan geçirdim gitti. Ama ne yalan söyleyeyim annem gelip ne okuyorsun diye kafa uzatınca anında olayı kıvırdım. Tam iki gay olayına girmiş.. Neyse bunlar doğalda annem gay olayını kaldıramaz biliyorum hatunu. Evet kitapta en çok ilgimi çeken şey bu gay olayıydı. Daha önce hiç gaylerle alakalı bişeyler okumadım ve açıkçası merak ettiğim bazı noktalar vardı. Öyle yada böyle merakımı tatmin etti. Hangi toplumda olursak olalım gaylere antipati duyan birçok insan var. Bunu söz dışında eyleme dökenler zarar verenler var ki bu hiç hoş değil. Sonuçta herkesin kendi yaşamı ve kendi cinselliği. Nasıl karşı cinsten hoşlanmamız doğalsa onlar içinde bu durum doğal. Toplumsal mesajımı verdikten sonra bi noktaya değinmek istiyorum. Yakışıklı erkeklerin gay olmasına çok üzülüyorum. 21. Yy.da yaşıyoruz malumunuz ve hoşlandığım adamın gay çıkmasından ölümüne korkuyorum. Biz kadınlar için ne olur hemcinsinizden uzak durun. Hele ki yakışıklıysanız kaçın.


Korkularımdan, toplumsal mesajdan kitaba geçemedim. Kitap başkarakter ve anlatıcı olan Lulu dan ismini alıyo. Lulu`nun şuan hatırlayamayacağım kadar çok kardeşi var ve o kadar kardeş arasından kendine en yakın abisi Markus`u buluyo. Abisi, anası babası oluyor. Bide tabi ki bu Markus`un arkadaşı Pablo var ki Lulu adam için ölüp bitiyor. Kız deli divane Pablo`ya aşık ki 4 5 yaşından falan beri. Tabi yaşı tam net hatırlamıyorum ama öyle bişey olacaktı. Ama Pablo`yla 12 yaş var arada. Kız büyüyüp 15 yaşına gelince Pablo`yla dışarı ilk defa dışarı çıkma fırsatı yakalıyor. İşin sonu tabi ki yatakta bitiyor. Pardon yerde. Sonra Pablo Amerika yolcusu ve döşünde evli mutlu çocuklu bölümü. 


Kitap zaten en sevdiğim ülkelerden biri olan İspanya`da geçiyor. Dönemin siyasi olayları ve o dönemlere özgü dünyanın her yerinde olan sağ sol olayları falan. Okurken cinsellik yüzünden kızdığınız sahnelerden sonra çiftin öyle bi şeyini okutacak ki size üzüleceksiniz. Çifte çok sinir oldum. Hele kızlarını umursamadan yaptıklarında dolayı çok çok daha sinir oldum. Ama bazen öyle şeyler söyleyip yaptılar ki vay be de dedim.  Kitap konusunda zaten sürekli çelişkilerde kaldım durdum. Sevip sevmeme söz konusu değil çünkü ne yalan söyleyeyim çoğu şeyi iğrenç buldum.  Ama aynı zaman da  yargılayıcı ve bağnaz yanımı bi kenara biraz bırakmayı başarınca kadın kendi zevklerinin peşinden koşuyor falan dedim de, yok yok fazla bırakamıyorum. Bendeki durum şu başkası istediğini istediğini yapsın ama yo dostum yoo ben almiim.


Kitabın konusu bu çiftimizin aşk hayatı değil seks hayatı. Lulu seks hayatına ilk defa Pablo`ya adım atıyor. Sonrasında kendini ve cinselliğini keşfetmeye başlıyor. Her kadının cesaret edebileceği şeylerde değil bunlar. 80 Gün`ü okurken o kadar laf eden ben nedense bu kadar yadırgamadım. Ama sebebi beklentiden kaynaklanıyor. Lulu`da az çok böyle şeyler bekliyordum da yuh ama. İlk defa gaylerden hoşlanan bi kadın gördüm. Nasıl bi mantık anlamadım. Hele kocaya ne demeli. Grup olayını iyice abarttılar. Çok eşliliğin bokunu çıkardılar. Ben kim yaparsa yapsın çok eşli ilişkilere karşıyım, aldatma, boynuzlama falana filana. Zaten bi erkek birlikte olduğu kadını nasıl başkasıyla paylaşır onu da anlamam.  Hele hele kadının gaylerle ilişkiye girebilmek için para vermesi yok mu.  Seksin içine para girmesi bence olayın iğrençleştiği asıl nokta. Zaten kadın en ucu da yaşadıktan sonra kocasının kollarına dönüyor. Zaten bu adam değimliydi hatunu fiştekleyip duran.  


Lulu`da cinselliği keşfetmede olayın bokunu çıkarıyor falan ama en büyük korkusu Pablo. Aslında tüm derdi zoru o. Benden daha genci güzeli gibi problemleri var. Onu asıl yıpratanda bu. Kitabı okuyup okumamak siz kalmış. Yalnız 20 yaş üzeri okusun altı uzak dursun. Kitapta çeşitli şeyler öğreniyorsunuz.  Açıkçası ben öğrendim. Açık ve net başka bi dünyanın kapılarını baya bi açtı. Yalnız iğrenç sahnesi bol ve beni rahatsız eden düşünceler var ki sizleri de rahatsız edecektir.  Ama kitap Erotik Kitap Ödüllü haberiniz olsun ve filmi de var. Hatta Javier Bardem oynuyor.


Pablo`nun istediği iki şey vardı. İlki “Seks ve aşk birbirinden daima farklıdır ve bizim yaptığımız bir aşk eylemiydi” diye söz vermesi. İkincisi ise “Cici ol ve büyüme”… Ahh bu erkekler.

       

       Hasta olduğumu söylemiştim dimi. İşte bu iyileşme evresinde bi yazarla tanıştım. Öyle nette beyaz dizi vs. bakarken sık sık Fatih Murat Arsal kitaplarına rastlıyordum. Kitap tanıtımıdır, paylaşımıdır vs. ben Türk yazarlardan hala yaşayanları çok okumam yani bi elin parmaklarını geçmez. Şunu iki el yapsak daha iyi olur sanırım. 


     Ben Türk yazar okumam, şimdi entel entel aşk yazmıştır, yukardan yukardan atmıştır, betimlemeye, psikolojiye, kişisel gelişime bağlamıştır diye düşündüm. Ya bizim yerli yazarlarla derdim yokta lisedeki zorunlu eserler yüzünden sevdiğim üstat yazarlardan bile soğudum. Yani anlayacağınız benimki tamamen önyargı.




         İkide bir Zoraki Koca Şahane Gelin 1 2 3 görüp duruyordum. İndirip atmışım bi kenara. Sonra bu hasta yatağımda yazdan beri takip etmeye başladığım, keşfettiğim facebook üzerinden oluşturulan kitap sayfalarında dolaşıyordum. Millet hikayeler yazıyor, sende seçip okuyorsun. Fatih Hoca`da böyle yazmaya başlamış. Bende bu sayfalar sayesinde okuyan yorumlarının fena halde övmesiyle tanıştım.


          Hadi ama bi erkek, hem de bi Türk erkeği, üzerine aşk kitabı yazıyor. Ve bir sürüde hayranı var. Ve sürekli kitapları karşınıza çıkıp duruyor. Sonunda dedim okusan ne kaybedersin. En kötü bırakırsın ne olacak, dedim. Hatta bırakacağıma emindim de. Bi kere bizim mekanlar, karakterlerde Ayşe Fatma. Türk dizilerinin bile hali malum 3 bölümden sonrası hep aynı. Hem anlattığı Türk erkeği. Sanki onlar bana aşık olamaz gibi geliyor. Ee yalan mı? Çevremde öyle büyük romanımsı aşkları bırak, gerçek aşka dair tek bişey yok. 


          Ve sonunda ön yargımın kurbanı oldum. Zoraki Koca Şahane Geline başladım. İlk bi yuh, aradaki yaş farkına bak. Ne oluyor, olay ne falan diye şaşkınca okuyup durdum. Ama sonra bi sardı ki sorma gitsin. Adam Türk, kız Türk, olaylar Ankara`da, Malatya`da  falan geçiyor. Ve bu bizim Ayşe`nin Fatma`nın John`dan Sebastian`dan Kate`den bi farkı yok. Sanki yabancı bi yazarın kitabı alınmış Türkçe isimler ve mekanlarla servis edilmiş gibiydi. 


        Tabi kitaplar böyle profesyonel olunca yayınevlerinin de ilgilenmemesi söz konuş değil. Basılmış kitaplar ve basılmak için hazırda bekleyenler var. Facebook sayfasında linkler var bi kısmının. Ama yayınlananlar kaldırılmış. Benim şansım önceden indirmiş olmam. Ama aynı zamanda şu da var basılan kitaba yeni yeni bölümlerde yazılıyor.


        Kitaplara dair bişeyler söylemek gerekirse hepsi harika. Tereddütsüz okuyabilirsiniz. Ve öyle bi ağ kurmuş ki onların apayrı bi dünyası olmuş. Her kitaptaki karakter diğerleriyle bi şekilde bağlı, eş dost falan. Ve bu gerçekten iç ısıtıcı. Normalde böyle şeyler pek demem ama gerçekten iç ısıtıcı. Aile hayatları, birbirleriyle olan ilişkileri, bağları, dostlukları… Okurken aralarında geçen konuşmalara güleceksiniz, birbirleri için endişelenmeleri, birbirlerinin arkasını kollamalarını kıskanacak ve aralarında olmayı dileyeceksiniz.


        Erkek karakterlerinin bazı tipik özellikleri var. Hepsi uzun, kaslı, emer, sert, güçlü karaktere sahip… Hepsi birbirinden ayrı ama esmer, uzun değişmeyen temel öğe. Bide 30+ olmaları. Kızlar genelde 18+ durumunda. Historicalda okusam garipsemezken ilk okurken bi “yuh ama” dedim yalan yok. Ama kadın karakterin yaşı ne kadar küçükse, olgunluğu o derece artmış oluyor. Yani dengeleme durumu. Ama uyarmadı demeyin kadın karakterler fazlaca şaşırtıyor. Bazısı fazla cadı, bazısı inatçı çıkabiliyor. Erkek karakterler Türk erkeğinin bi çok tipik huyunu suyunu almış zaten. Kıskanmalar, otorite, benim olan benimdir durumu…


       Kitapları azıcık rastgele okudum. Sadece Yalnız Gözlerin İçin ve Nefretten Sonra kaldı. Onları da yakında sipariş vereceğim. Fatih Hoca`ya hayran kalacaksınız. O yüzden hemen kitapları okumaya başlayın derim. Sonra niye önceden okumadım diyebilirsiniz,  tıpkı benim gibi. Ve benim gibi Türk yazar tabunuz varsa hazırlıklı olun çatırdıyor, yıkılıyor.


Zoraki Koca Serisi
Zoraki Koca Şahane Gelin 1 : Osman-Gülay (1)
Zoraki Koca Şahane Gelin 2 : Kara-Tuğçe (2)
Zoraki Koca Şahane Gelin 3 : Ateş-Ecrin (9)

Dört Kafadar
Nefretten Sonra: Tamer - Natalie (5)
Beni Bırakma: Akın - Gamze (8)
Seni Sevmek İstemedim: Doğan - Pınar (10)
Yalnız Gözlerin İçin: Tahir – Güney (11)

Diğerleri (dediğime bakmayın bunları o kitaplar içinde de göreceksiniz)
Kusursuz Plan : Selim-Ebru (3)
Anlaşma : Yavuz-Merve (4)
Çığlık: Boran – Belen (6)
Ismarlama Bebek: Turgut – Vildan (7)

Parantez içi hatırladığım kadarıyla kaba taslak okuma sırası böyle olsa olur dediğim =)





       Sınavlardan nefret ettiğimi söylemiş miydim? Ya da hasta olmaktan. Ya da kıştan.. Hepsi tek başına aylarca sürebilecek depresyon sebebi. Üzerine bide laptopumu kız kardeşime kaptırınca masa üstüyle başbaşa kaldım. İki koca hafta tablet elime japonla yapıştırılmış gibi gezdim. Masaya otur pozisyon al ve bilgisayarı kullan. Bilgisayara aldım o da bildiğiniz bozuk çıktı. Dünyanın parasını ver o da bozuk çıksın iyi mi? Değiştirme telaşı yaşa. Üzerine bide aldıktan üç gün sonra sınavlarının olması. Tek satır bilmeden php sınavına girmem. Ve hazin sonum bildiğiniz koca bi sıfır.


        Tabi bide vize öncesi bir hafta okula gidemedim. Hastalıktan gebermek ne demek işte o z aman öğrendim. Dört gün boyu bilinçsizce uyudum. Kendime geldiğimde de boğazlarıma birisi işkence yapıyordu resmen. Hastalığın güzel kısmıysa iyileşme döneminde film ve kitabın dibine vurmam. Tabi üşengeç ben tek satır yazmadım.


      Aşk hayatımın kurak geçtiği dönemde filizlenen canlı parçasına işkence yapılmasına ne demeli peki. Koca şehir yaa. Koskoca şehir. Birini aklımdan geçiriyorum ve iki yıldır narkoz yemiş kalbim insani duygulardan hoşlanma belirtisiyle kendine geliyor ve bam. Olmadık yerde olmadık bi zamanda karşına geçmişten öküz çıkıyor. Adam resmen platonik kaderim ya. Evren benle dalga geçiyor. Can sıkıntısını benimle gideriyor. Beynimde başkasını geçirmem bile adamı bana çekiyor. Gerçi onun umurunda bile değilim ama karşıma çıkıp aklımı bulandırmak zorunda mı? Fazla sadistçe değil mi?


       E bide tüyap geldi geçti. Ayağa kalkar kalkmaz soluğu orada aldım. Fiyatlar bazı yayın evlerinde iyi bazıları her zamanki gibiydi işte. Fuardır ucuz kitabın dibidir diyemicem. Çünkü alırken ucuza aldım hehehe diyordum ama eve gelip netten hesaplayınca hemen hemen aynı para. Bi kargo bekleme sıkıntım olmadı. Onun yerine tıkış tıkış metrobüs ve ağır yüküm oldu. 


       Tüyap`ın en iyi yanıysa hastayken Asude  ve Fatih Murat Arsal kitaplarına rastlamamdı. Netten hikaye yazarken koca koca kitaplar yazıp sonunda yayınlatmayı başarmışlar. İşte Tüyap`a gittiğim günde imza günleri olunca kitabı alıp imzalatabildim. Asude cidden çok harikanımsı bi insandı. Sınavlarım yüzünden hızlıca alıp çıkmam gerekiyordu. Ama sağ olsun kendisi geldikten sonra beni kırmayıp hemen kitabımı imzaladı. Ve o gelene kadarda çok şeker insanlarla tanıştım sırada. Dip not vermem gerekirse bu benim imzalattığım ilk kitap. Hiç böyle şeylerle uğraşmayan ben nette yayınlanan hikayelerine ve Facebook`daki sıcak tavırlarına bildiğiniz tav oldum.


        Artık kime ne yaptım bilmiyorum ama fena halde beddua etmiş bana. Tüm yıl hasta gezdim. Neye elime atsam sonu boka sardı. Yaa bankada iki saat beklenir mi ben bekledim. Bu da yetmedi şanssızlığım bulaşıcı oldu. 


      Evet fark ettiyseniz mevsimsel depresyondayım ama sağlam sebeplerim var. E bide kız kardeşim yok. Benim güzel öküz başlı antilobum. Koca odada tek başıma kaldım. Yalnızlıktan ölmek üzereyim. Erkek kardeşim kendini odaya kapatıyor. Ders çalışıyor diye ona da dokunamıyorum. Kardeşimi özledim diye salya sümük ağlayacağım. 


     Bildiğim bi tek şey varsa o da beynimin içini ve bazen olduğundan şüphe duyduğum kalbimin için mikserle çırpılmış gibi…


        Zaman akıp gidiyor. Okul, iş, kurslar daha bi çoğu.. Hayattan zevk almayı bırakıp sürekli yetişmemiz gereken bi yerlerimiz, çeşitli sorumluluklarımız oluyor. Ödevler, proje zımbırtıları, şanssızsan devlet dairelerine düşen işler.. Bunlar bi türlü bitmek bilmiyor. Sürekli şu saatte kalkmalıyım, şu saatte şu otobüse yetişmeliyim ama trafik var daha erken, ama sıra vardır daha erken… Alışveriş yaparken bile şu saatte çıksam daha tenha, şu gün şunu yapsam sürekli plan sürekli plan.




         Sürekli gözüm saatte.. Ki ben genelde arkadaş buluşmasına, derse yarım saat geç giderim. Son iki yıldır da saat kullanıyorum. Yuh seslerini duyuyorum ama saat takmaktan hoşlanmıyordum. Şimdi kolumda olmasa çıplak hissediyorum. Saate bu yoğunluğa takmamın sebebi islediğim animasyon. Adam saatle dakiklikle kafayı bozan modern çağ kahramanı. Animasyon abartı gibi gelebiliyor ama böyle takıntılı tipler aslında çok. İşin psikolojik tarafını bilmem. Zaten animasyon ana fikrini kader ve hayattan zevk alma olayına kurmuş.


       Ben seçimlere göre kaderimizin şekillendiğine inanıyorum. Belki birden fazla seçim aynı kadere giderken sadece başka biri başka bi kaderin kapılarını açabileceği tarzda bi düşünce. Animasyonda adam her uyanışta çözüme odaklı çalışırken, sadece tek bir uyanış onu gerçek çözüme ulaştırdı. Ne kadar çok yapıyosunuz bilmem ama güneşin yüzünüze vururken hissettiğiniz sıcaklık varya ben ona bayılıyorum.


       Arada bir sadece hoşlandığınız bişeyler yapıp, sadece canınız istiyo diye vapura binin, kafanızı kaldırın ve gözünüz bişeyler aramadan bişeylere bakın. Hayat yaşamaya değer. Bana bu sözleri söyleten böyle tripli bunalım havalarına sokansa programlama dersi. Yani şu an kod yazmam gerekirken canım istiyor diye bunları yazıyorum ve derste animasyon  izliyorum. Yalan söylerken çarpılmamak içinde şunu eklim bu kodlardan bi cacık anlamadım kafa dağıtıyorum….