Kitapların kendilerine has büyüleri var bence. Her kitapta hissettiklerin birbirinden başka oluyor. Bi kitabı okumakla kalmıyor o kitap aynı zamanda insanda bazı hisler uyandırıyor. Bu hisler böyle bi şarkı gibi bende. Bi şarkıyı dinlediğin ortam olur ya hani daha sonra dinledikçe anımsarsın, heh işte bahsettiğim duygu bu. Ve uzun zamandır ilk defa bi kitabı okurken farklı bi şekilde hissettim. Beklide içinde bulunduğum olaylar yüzündendir. Bu kitabın kendine has bi büyüsü vardı. Çok mu güzel bi kitaptı? Hayır. Çok kötü bi kitap mıydı? Kesinlikle hayır.



          Kadın karakterimiz Fiona bi kitapevi sahibidir ve tek başına yaşamaktadır. Bi mahlas kullanarak da tüm Londra`yı kendine hayran bırakan korku dolu romanlar yazmaktadır. Erkek karakterimiz Aidan Hindistan`da kendi şeytanlarıyla mücadelesini tamamlayıp ülkesine geri dönmüş bi adamdır. Aidan ile Fiona, Aidan`ın dük olan abisini ziyaretinden dönerken bi gece yarısı karşılaşırlar. Adam kızı görmesiyle, sonlarının nasıl biteceğine karar vermesi bir olur. Bununda çay partisine değil yatağa gittiğini tahmin ediyorsunuzdur.


       İki karakterimizin de belli başlı sırları vardır. Aslında Fiona`da bundan bir iki tanedir ama adam kızı yavaş yavaş çözer. Kız karakterini sert tutma konusunda çok inatçı, karalı. Adam kızla baya uğraştı. Zaten en güzel kısmı da adamın o nüktedanlığıydı. Kendisini seveceğinizin garantisini verebilirim. Zaten kadın karaktere göre daha mantıklı da hareket ediyordu. 


         Fiona ah sırlarım diyip duruyordu ama bence o kadarda büyük bişey sayılmazdı. O zamanın toplum koşulları farklı eyvallah ama hem sırrı saklayıp adamla mutlu olabilirdi. Ama kız ilk sıkıştığında tipik aşık hareketini uyguladı. Sevdiğim zarar görmesin gitsin. Adam heşeyi kabul etmesine rağmen niye yazarlar ısrarla çekip gitme olayını dramatize eder anlamıyorum. Umarım bi gün bi yazar kalıp savaştırır.
  


         Gotik romanlar yazdığından ve geceyi sevdiğinden kendini paranoyak sanıyordu ama başı ciddende beladaydı. Başının belada olduğunu anlaması uzun sürdü de adam korumaya kalkınca adamı neden reddeder anlamam. Fiona baya burnunun dikine giden bi karakterdi. Adamı deli gibi sevip sürekli itti ama olsun. 


         Aidan bi kez bile inancını kaybetmedi ve deli gibi savaştı resmen. Tom`un Jerry`i kovaladığı gibi kovaladı. Tabi her erkek gibi niyeti başta kızı yatağa götürmek olsada sonunda evlenmek için çırpınan taraf oldu. Aralarındaki ilişki oldukça naif olmasına rağmen ben böyle dolu dolu hissedemedim. Ama ne bilim kitabın kendine has tarzı kitabı çok sevip merak etmeme neden oldu.


       Kitabı okumak için biçok sebebiniz olabilir. Macaresı atraksiyonu aksiyonu var. Aşk var, tutku var. Ee bide Aidan var ki o başlı başına okuma sebebi. Aidan`ın kız kardeşinin hikayesi ilk kitapmış ancak okumamıştım. Onu da aldım okuyacağım. Küçük bi sır o daha güzel diyolar.

  McBride Family
2. Gönül Avcısı
                  3.  Bride of a Wicked Scotsman
       

       
       Soğuk, kibirli, kendini beğenmiş, seksi, zeki, duygusuz, öküz ama aynı zamanda cool olan erkeklerden bi tek ben mi hoşlanıyorum? Tüm bu iltifatlarımın sahibi tam olarak Brendan Blackmore. Kitabı almam resmen asırlar sürdüğü için, bolca yorum okudum. Herkesin aynı fikirde olduğu iki temel düşünce var. İlk kitap muhteşem. İkincisi ise Brendan duygusuz bi pislik. Ama ben bu adama aşık oldum. Biraz inatçı ve duygusuzsa ne olmuş sanki.




         Sabah sekiz buçukta ders olunca ve İstanbul trafiği diye bi gerçek varsa siz o yataktan altı buçukta kalkmak zorunda kalıyorsunuz. Hem de gece ruhun ateşine başlayıp tek gecede bitirmeye karar verdiyseniz. Tabi bende bu durum yemedi. Kitap kesinlikle çok güzel olduğu için önceki gecenin uykusuzluğuna üçe kadar dayadım. Ama baktım uyukluyorum kitaba kıymamak için yattım ki bi sonraki dersin saati de sekiz buçuk.


        İlk olarak bi dolu övgüyü yazara yağdırmam gerekiyor. Beni bilen bilir tam bir Rita Hunter hayranıyım. O sürekli kitap yazsın ben okuyayım diye bakıyorum resmen. Tüm kitaplarını okudum ve yazara her kitabıyla daha çok hayran oluyorum. Her şeyiyle kendisi özene bözene ilgileniyor. Tabi bunu yaparken yanında değilim ama Facebook sayfasından gidişatı anlatmasından çıkarımım bu. Kapağı kendisi seçmiş ve tek kelimeyle muhteşem. Her kapağının kitaplarında canlandırması mevcut.  Ama Ateş Serisinin kitapları bir muhteşem ki favori kapağım bu.




       Elimizde Sophie adında kuzeni Liliana tarafından ailesinin sevgisi çalınmış, şıllık kuzeni tarafından sürekli ezilen bi karakterimiz var. Hatun öfkeli hatta vahşi olmasına vahşi de babası anası hatırına boyna kuzeninin yaptıklarına boyun eğiyor. Böyle kuzende düşman başına. Daha ilk an itibariyle Sophie`nin elinde olan her şeye göz dikmiş vaziyetteydi. Sonunda kızın ilk gençlik aşkını –ergenlik hoşlantısı demek daha uygun ya neyse- elinden alınca aralarında kadın kavgası dediğimiz türden bişeyler patlak veriyor. Saç baş derken babadan tokadı yiyen Sophie saf saf bizim sürtük kuzen Liliy`i affediyor. Zaten tüm kitap boyunca başına ne geldiyse bu affetme, unutma, melek, hale olayı yüzünden geldi. Ya sen insansın zaafların olur da gidip zaaflarında bu kadar yüce şeyler olmaz. 


        Kuzen çaldığı gençlik aşkı olayı üzerine yapabileceği en kötü şeyi yapıp kıza onun aşık olduğu adamı ondan çalmayı denemesini söylüyor. Kuzen tabi dünyalar güzeli herkes tav. Sophie`nin ise ortalama bi güzelliği var. Ama yıllar önce söylediği bu söz Liliy`nin başına bela oluyo. Sophi`nin sabrını taşırınca, Sophi gözünü zaten alamadığı Brendan`a dikiyor. Çünkü kuzeni ondan hoşlanıyo ve Sophie onu baştan çıkarıp bu kez tercih edilen olmalı. 


       Sophie Brendan`a göz dikmesine dikiyor da benim çelik kapı yürekli kontum gördüğü andan itibaren kızdan nefret ediyor ve her fırsatta alay edip aşağılıyor. Karakterlerde alışık olduğumuz gibi dil Sophie de pabuç gibi değil. En azından Brendan`a karşı. Adamı görünce kız çünkü konuşma kaybına uğruyor. Tabi adam kızı sinirden çatlatınca kızda skandalımsı bir şeyler yapmaya kalkıyor. Ama Brendan`ın  çok sevdiğim annesi skandal nasıl çıkarılıyor gösteriyor ve Brendan kendini Sophie ile evli buluyor. 


        Evlilikleri de öyle günlük gülistanlık değil. Bizim Brendan havada karada dişi kuş kaçırmayan adam kıza gelince dokunmam sana diye tutturunca kızda ne yapsın iş başa düştü deyip adamı kovalıyor. Ama bizim öküzün inadı fena tutuyor ve kızı süründürmeye devam ediyor. Sonunda herey yoluna girdi bi türlü diyemiyorsunuz çünkü her taraftan bi üçüncü şahıs fırlıyor. Hepsinin ucu da yılan kuzene dayanıyor. Son olarak ta gereksizler dükünün zararlı faliyetleri.


      Sophie`yi cesur beklerken azıcık korkak çıktı doğrusu. Ama ben yadırgamadım. Herkeste cesur olacak değil ya. Ama ne üzüldü be. Çaresizce Aşkın Ateşi kitabının da karakteri olan Isabel`den hatta kaynanasından ki bu fikir oalma olayı bolca devam etti. Ama o kadar saf ki her yalana dolana kandı, kuzeni olacak tarantulaya her seferinde üzüldü. Bu kadarda olunmaz ama dimi. Allahtan kitabın sonunda Liliana bolca süründü de ben elimde merdaneyle onu baklava hamuru kıvamına getirmek zorunda kalmadım.


       Ahh Brendan`ım ahhh. Kitabın başından sonuna kadar burnundan kıl aldırmadı resmen. Duygusuzum diye bağırdı. Kendine bile itiraf edemedi. Bi adam hiç mi dışarıya objeye karşı tepki vermez. Bu adam vermiyor işte.ama ben onu öyle sevdim. O da Sophie`yi kendince sevdi. Aşağılayıp durdu, ondan rahatsız olduğunu söyleyip durdu, zavallıyı süründürdü ama onun dibinden de ayrılamadı. Ben onu söyleyemedikleriyle sevdim. Ya adam özgüvenden coşmuş. Kitabın sonunda da Allahtan yazar büyük bi karakter değişikliği yapıp adamı oyun hamuruna çevirmeden onun uslubuyla yukarıdan yukarıdan kıza olan aşkını söyletti.


        Ateş serisinin ikinci kitabıydı. Hikayeler birbirinden bağımsız. Elimizdeki üç adet kontun evliliğe giden hikayesini anlatıyor. En çok merak ettiğim Stephan`nın hikayesi son kitaba kaldı. Yazar Adrian, Brendan ve Stephan`ın karakterlerini oldukça farklı yaratmış. Galiba sırf bu yüzden bile insa merak ediyor. İlk kitabı okuyanlar bilir o da hikayesiyle eşiz karkterleriyle muhteşemdi. İlk kitabın karakterleri Isabel ve Adrian`da kitapta sık sık geçiyolardı ve ne harikalardı ama. En çok da kızları Kate. İnsan böyle bi kızı olsun kafayı yer. Kız bldiğiniz deli ama çok mu çok şeker de.


      Size tek tavsiyem Rita  Hunter`ın elinize geçen her kitabını mutlaka okuyun. Doktor reçeteye baştan sona iki kere yazıyor haberiniz olsun.

Şarkıysa deli hayran olduğum ZAZ`dan...



      Ben yine sıkıldım hem de fena halde. Neden derseniz sebebi bir kitap. Kitabın adı Federica ve kitap kitabın baş kahramanı olan kızımızın adı. Kitabı alırken Georgette Heyer adını görünce kafamda kocaman bir hayır alma vardı ama aldım. Lisede Aşka Bir Şans Daha kitabını okumuştum ve pek beğenmemiştim. Bu kitabı içinde aynı şeyler geçerli.


      Kitabın arka kapağına göre Frederica kız kardeşini sosyeteye sunup iyi bi koca bulmasını sağlamak için Alverstoke markisi ile olan uzaktan akrabalığını kullanmaya kalkıyor. Bu marki soğuk mu soğuk bi adam ama bu arka kapakta yazmıyor. Neyse kızı servis etmeyi kabul eden marki en küçük kardeş Felix bi balondan düşüp yaralanınca kıza ve ailesine evini açıyor ve kıza aşık olduğunu anlıyor. Ama kız bizim markiye aşık mı değil mi şüpheli ve kızı tavlamalı. Ben işte az çok hoş olur diye arka kapağa kandım aldım. Siz yapmayın uzak durun, hatta ve hatta kitabı görürseniz kaçın.




       Arka kapakta anlatılan olayı 300 sayfa bekledim ama yazar son altmış sayfaya vermiş bu ana konu diye pazarlanan olayı. Kitaptaki adam buz gibi soğuk çay misali ki ben soğuk çaydan nefret ederim. Genelde soğu adamları cool bulan ben bu karakterden nefret ettim. Kardeşlerini bile sevmiyor, şımarık, bencil vs. kadın desen o daha bi sıcakımsı. Ama yok ondada zerre duygu yok. gerçi yazar kitabı yazarken duyguları yazmamış sadece durumu anlatmış.


      Kitapta sevmediğim o kadar çok şey vardı ki. En başta isim fırtınası allak bullak etti beni. Çeviriden mi dilden mi bilmem yüz sayfa okuduktan sonra ancak dilini çözüm mantığı oturtabildim. Sonra ise bide kim ne diyor, ne düşünüyor anlayamadım. Zaten yazar sağ olsun herkesin düşüncesini vermiş. Yoldan geçene varana kadar. Bi ara köpeğe de bi şeyler düşündürtecek diye beklemedim değil hani. Karakterle de pek ahım şahım değildi onları da sevemedim zaten. Tüm bunların üzerine gel de sıkılma, gel de paragraflara göz gezdirerek okuma.


      Kitapta sevdiğim bi şeylerde vardı. Diyalog fakiri kitap arada diyalog verilmiş ve komiklerdi. Güldüğüm yerler oldu. E bide Frederica`nın küçük erkek kardeşlerini de sevdim. Komikliklerinin ana unsurlarıydı. Ama geri kalanı yok yani. Zaten adamla kadın bırakın kur yapmayı ortada kuzenim kuzenim diye dolaştı. Adam sürekli kıza “çocuğum, evladım” deyip durdu. 


      Koridor yayınlarını çok sever historical romanlarında çok iyidir ama bu kadına niye bu kadar taktı anlamadım. Hayır editörün yazarla akrabalığı falan mı var? Bence yol yakınken başka yazarlarla ilgilenmeliler. Böyle abartıyorum ama ben hakikaten sevmedim kitabı.  Ama Vikitap`da sevip hatta çok beğenenler var benden söylemesi. Bu arada bu kez şarkı falan yok. kitap içimi çok karartmış.


      Evlilik kişiden kişiye farklı anlamlara gelebilen bi kurum. Ama ben hiç bu kitaptaki gibi rahat bi evlilik görmedim. Günümüzde genelde çocuk sahibi olabilmek için evlenildiği bir gerçek. Öyle deli divane aşığız olayını ben görmeyeli baya oldu. Öyle ki herkes doğdun büyüdün evlendi,  tamam artık çocukta olduysa ölebilirsin modunda. Sanki herkes evlenmek zorundaymış gibi. Her neyse öyle ya da böyle evleniyorsun. İstesen de istemesen de –özellikle erkekler genelde bi karambolle bizler tarafından nikah masasında kurban ediliyor – kendini evli buluyorsun. Bu çiftimizin evlilik sebepleri de, evlilikleri de görüp duyduklarınız gibi değil.


    Isabel gene güzel bi dul. Ve uzun süreli sevgilileriyle sosyetede nam salmış bi hatun. Bide Gray`imiz var ki adamın Isabel`le tek işi annesini çıldırmak için yapmak istediği evlilik. Zamanında annesi küçük bi kazık atmış ve adamda intikamı kafaya koymuş.  Gray Emily isimli bi kıza aşık ve kızı annesi ve bence en çokta kendi hataları yüzünden başka bi adama kaptırmış. Ama bu kızı yatağa atmasına engel değil. Kıza deli divane aşık ama başkalarıyla yatıp kalkmakta da bi sakınca görmüyor. Sonunda kız hamile kalınca deli gibi sevinip gidip Isabel`in kapısını evlilik için bi kez daha çalıyor.




          Evlilik dediysem bildiğimiz evliliklerle uzaktan yakında alakası yok. Bu zaman için bile baya uçuk bişey. Evlenecekler ama ne aynı yatağa girecekler,  nede birbirlerine sadık kalacaklar. Isabel geçmişte kocasından yana çok çektiği için duruma acabalarla yaklaşsa da hayır demeyip kabul ediyor. Kadında işini biliyor. Adam yakışıklı kendinden de dört yaş küçük çıtır. Öyle sert bi tip de değil. Gayet eğlenceli, yaşının tipik özelliklerini taşıyan bi genç.  Burada bi parantez açıp yaşa biraz sonra değineceğimi söyleyerek devam edersem, evliklerinden kısa bi süre sonra Emily bebeği doğururken bebekle birlikte ne yazık ki ölüyor.


        Emily`nin ölümü üzerine Gray ortalıktan dört yıllığına kayboluyor. Adama o sırada ne olmuşsa olmuş geri döndüğünde ne o eski çelimsiz Gray`den eser var ne de toy. Adam kas yapmış, kişisel olarak sert, ürkütücü, olgun bi havaya girmiş. Ve bi sabah katlığında gökten zembille inmiş gibi aklına sevgili karısını içinde bıraktığı durum aklına gelir ve döner. Ama ne beklediğini bulur, nede beklediği gibi karşılanır. Önceden Isabel`e karşı tek cinsel dürtü hissetmeyip arkadaş arkadaş takılan adam kızın üzerine atlayacak duruma geliyor. Dört yılın patlaması desek de adam damdan düşer gibi kadına aşık oluyor. Ama önemli problemleri var. Bi kere Isabel`de ona karşı aynı şeyleri hissediyor. Bunun neresi problem derseniz kadın bu tip adamlardan kaçıyor. Bu durumda da adamdan daha çok kaçıyor. İkincisi karısının sevgilisini bloke etmeli.


      Tam işler düzeliyor falan diyorsunuz problemler Dallas misali olaylar birbirini izliyor. Karakterlerin ikisinin de aşkla ve güvenle problemleri var. Ama Isabel`de bu hat safhada. Kadın bence adamı da gerektiği kadar sevmiyor. En azından ben hissedemedim. Adamda kadını çok mu seviyor yoksa çok mu arzuluyor anlayamadım. Zaten her fırsatta sırtlarının yere değdiğini söylemeye gerek bile duymuyorum. 


       Günaha Davet`te olduğu gibi burada da bi kardeş hikayesi deha geçiyor. Isabel`in abisi. Abisi Rhys`de tamamen duygudan arınmış bi şekilde kendine eş ararken karşısına Abby çıkıyor. Kıza fena halde abayı yakıyor.  Ailede ilişkilerde duygusuz olmak altın kuralken, Isabel`i eleştirirken  Abby sayesinde dünya kaç bucak görüyor. Açıkçası ben bunların aşkını okurken daha çok merak ettim ve sevdim. Yazar Isabel`le Gray`in yarattığı duygusal boşluğu burada doldurmuş gibi geldi bana.


        Gelgelelim yaş mevzusuna. Hatun adamdan dört yaş büyük. Tamam ben kadınlarında büyük olmasında sakınca görmeyen hatta bunu ateşle savunanlardanım. Ne yani erkek yapınca on yirmi yaş sorun değil de kadında mı sorun oluyor. Ama şu da var ben kendimde karşıyım ve kitapta da okurken rahatsız oldum. Ne zaman unutsam kadın adama çocuksun diyip durdu. Hem adamın suratına hem bizim suratımıza vurdu.  Erkekler zaten zor olgunlaşıyor biliyoruz. Gray`de evlendiğinde baya zıpır bi tipti ama yazar sonradan adamı aldı yerine küt diye bi olgun alfamsı erkek koyunca bi afalladım, tamam dedim ama kız yok izin vermedi. Zaten adam da hatunu çok da kıskanmadı. Ayyy şiştim valla. 


        Kitabı okuyalı on gün falan olduğundan olsa gerek bi soğudum. Yaş farkı, aralarında ki ilişki bi rahatsız etti beni. Ama yalan yok beğenerek okudum. Hoş vakit geçirim iki kafam dağılsın diyorsanız okuyun. Ama ağır edebi detaylar felsefik sözler arıyorsanız benden demesi yanlış kapı ve yazardasınız. 

Yazıyı yazalı neredeyse üç dört ay oldu. İlk çıktığında alıp okumuşum yazmışım ama yayınlamayı atlamışım. Bu yüzdende ne dinledim hatırlamıyorum ama bu şarkıyı severim....




       Bazı şeylerin etkisi uzun sürer. İşte Muhteşem Gatsby öyle bi şeydi. Uzun süredir izleyip de bu kadar etkilendiğim tek film. Ne bekledim ne buldum durumuyla karşı karşıyayım. Filmin afişlerini görmüştüm ve beklediğim böyle bi şey değildi. Afişler o kadar renkliydi ki Leo`nun bu filmde oynamasına şaşırmıştım. Çünkü benim zihnimde sihirbazımsı bi şeyler vardı. Daha hafif, izleyip geçebileceğim bi şeyler. İşte tamda bu yüzden izlemek için vakit ayırmadım, bu kadar beklettim.


       Sırasıyla hissettiklerimi anlatmak istiyorum. Bizim Örümcek Adamdan tanıdığımız Tobey Maguire oynadığı Nick Carraway ağzından anlatılmaya başlıyor film. Filmin detaylarından öyle habersizim ki onu görünce şaşırdım. Ve film öyle masalsı ve şaşalıydı ki!!  Her yer  her kare rengarenk ve dönemin eğlence anlayışını tam manasıyla yansıtıyordu. 




        Nick, Wall Street`de bir bankacıyı canlandırıyor. Yıll 1922 ve Wall Street`in en şaşalı günleri. Kadınlara seçme hakkı verilirken bir yandan da alkol yasağı ülkede el altından alkol satıp bi çok insana köşeyi döndürdüğü bi zaman. Caz müziğin her yerde duyulduğu, kadınların muhteşem giyindiği, Amerikan rüyasının tavan yaptığı yirmili yıllar…. Nick Yale mezunu ve New York`ta tutunmaya gelen 29 yaşında bi genç. Kuzeni Daisy bi milyoner olan Tom Buchanan ile evli. Evliliğinde çok mutsuz ve filmin ilk sahnesiyle birlikte ona üzülmem bir oldu. Kocası onu aldatıyor ve ona sadece üzülmek kalıyor.


          Nick`in komşusuysa şehirde tam bir efsane olan Jay Gatsby. Adamın muhteşem ötesi bir evi var ve her hafta sonu çılgın partiler veriyor. Tam bir karnaval.  Ama kimse onun tam olarak kim olduğunu bırakın, nasıl göründüğünden bile bir haber. Ve Nick`e Gatsby`den bir davet gelmesi üzerine filmin otuz dakikasından sonra sahneye Leo çıkıyor.


           Konudan bile bir haber olarak izlediğim için Gatsby`nin neyin peşinde olduğunu anlamam oldukça zaman aldı. Onun tek istediği Nick`in kuzeni Daisy. Beş yıl önce askere gitmeden önce karşılaşıyorlar ve ona deli gibi aşık alıyor. Kız ise onun yokluğunda Tom`la evleniyor. Ah o sahneler nasıl parçaladı içimi. O kadar üzüldüm ki… Sürekli zavallı kız zavallı kız dedim. bi yandan da Gatsby`e erken dönemedi diye kızıp durdum. 


         Gatsby`nin Nick`den istediği onu aşkıyla karşılaştırmak. O kadar umutsuz, çekingendi ki insanın içini parçaladı. Sonrası sonrasını izlemelisiniz de benden söylemesi filmin sonunda Daisy`den ölesiye nefret edeceksiniz. Hayatımda gördüğüm en bencil en şımarık insanlardan biriydi. En başta nasıl üzüldüysem bi o kadarda nefret ettim.


        Gatsby`in aşkı o kadar saf ki. Bilmiyorum beni çok etkiledi. Bakışlar, o saplantı, o umudunu kaybetmeden aşık oluşu. Sürekli sürekli bekledi. Sürekli döneceğini, düzeleceğini düşündü. Gördüğüm en sf aşklardan biriydi. Aklım mantığım bi insanın bi insanı bu kadar çok sevebileceğini anlamakta güçlük çekti. Ağzından dökülen her sözcük, son sözcük oydu. Ahh ahh yine duygusala bağladım…


        Leo sizce de yaşlandıkça daha yakışıklı olmuyor mu? Leo`nun oynadığı her filmi konuya bakmadan izlerim ki görüldüğü üzere buna da bakmamıştım. Adamın tek kelimeyle oyunculuğu mükemmel. Daha ötesi yok. onun gözünden o kadını görmek bi harikaydı. Dünya ondan ibaretmiş gibi bakıyorduç,Oynamıyor yaşıyor resmen.  Bizim Örümcek Adam`de bence bu filmle kendisini ispatlamıştır. Çünkü onun içinde söylenebilecek tek şey oyunculuğunun göz doldurduğuydu.


         Film Nick`in bir psikologa anlattıklarını dinlememizle başlıyor. Muhteşem başlayıp sonu hüzünlü bitiyor. Üzüldüğünüz karakter bambaşka çıkıyor. Şaşa ve şatafatlı hayatına özendiğiniz insanına da delicesin üzülüyorsunuz. Her şeyin göz açıp kapayana kadar değişebileceğini görüyorsunuz. Dost olanların yok olup gideceğini, sevdiğiniz dünyada önem verdiğiniz tek insanın size sırtını dönebileceğini görüyorsunuz…


         Film F. Scott Fitzgerald`ın aynı isimli kitabından uyarlanmış. Daha önce 1974`de çekilen film günümüz teknolojisi ve muhteşem oyuncularıyla bence bi efsane olmuş. Kitap Amerikan rüyasını eleştirmek içi yazılmış olmakla birlikte, filmde dönemim Wall street ve işçi tabakasını, savaş sonrası bunalımı iyi yansıtamadığını söylüyorlar. Kitabı okumadım ama kitapta tüm bunlar varsa haklılar. Bu daha çok bi aşk hikayesi olmuş. Kamera birer kez yanlarından geçerken görüntülemiş gibiydi onları, o kadar.


        Film ismi gibi muhteşemdi. Ne kadar anlatabildim bilmem ama kesinlikle gözü kapalı izlenebilecek bi filmdi. Görsel açıdan mükemmel olmakla birlikte, kulak içinde harika bi şölendi. Çünkü filmde yer alan her nota harikaydı. Partilerin karnavallardan farkı yoktu. Dönemin kıyafetleri olağanüstüydü. Vakit kaybetmeden izlemelisiniz. Ben çok vakit kaybettiğimi düşünüyorum. İyi seyirler…


        Bu arada çok sevdiğim Lana Del Rey`in Young And Beautiful şarkısı filmde yer almakta ki onun için hazırlanmış. Şarkıdan da anlayabileceğiniz gibi film bi harika….




      Bu sene ehliyet aldım. Daha elime almadım tabi ama sınavları geçtim. Yazılı sınava son gece çalıştım, sınavda kaç yanlış yapabilirimi hesaplayıp öyle çözdüm ama yüzü de aldım. Her neyse bu basit kısımdı. İşin zor kısmı arabaya zerre ilgisi olmadı halde F1 pilotu olma hayali kuran benim direksiyon başına oturmamdı. Araba markasıdır falan anlamam bildiğim üç beş tane vardır. Hayallerimin araba markası Porsche ve diğerleri: BMW, Audi, Mercedes falan işte.




      Direksiyon başına oturdum hocam sür dedi. Benim dönüp değdim tek şey “Olur, ama gazla freni göstersen hoş olur.” İşte araba bilgim bu kadar engin. Ben yanımda arabayı nasıl sürüyorlar diye bakmayan bi tipim. Tabi bunun sonucunda benim dersler ızdırap dolu geçti. Altı ders var hepside 45 dakika. Bu hiç bilmeyen irine yeter mi? Altı dersin sonuna geldim benim araba sürerken ayağım hala frende. Birine çarparım diye ödüm kopuyor. Arabaya çarpsam sorun değil de, o caddeden geçen yayalar yok mu? Baktı olmuyor 3 ders daha ayarladı bana.


      Benim arabayla olan sınavım animasyondaki tatlı uzaylı gibiydi anlayacağınız. Bi insan kaçıracak elli bin tane düğme. Bari bi etiket yapıştırsalardı. O da olmayınca ne yapsın hepsi birbirine girdi. Tabi bide gözetmen gerginliği var. Bi gün uzaylı kaçırmasına takılırsam umarım animasyondaki gibi durumla karşılaşmam. Cildim çabuk morarıyor da. 


      Bide bunlar hani çok zekilerdi. Bu küçük uzaylının benden pek bi farkı yoktu. Zaten niye daha zeki olduklarını düşünürüz anlamam ki. Bize bişeyler öğretip kurtarıcı rolü oynayacaklarını varsayan olmamakla birlikte, herkes aptal olan ırkımızı ortadan kaldıracaklarını söylüyor. Eee insanın fikri neyse zikri de odur derler. Allah uzaylıları Hollywood senaristlerinin eline düşürmesin.


Yönetmen : Gary Rydstrom
Yazar : Gary Rydstrom
Yapım Şirketi : Pixar
      Çok çok uzun zamandır İskoç romanı okumamıştım. Bu yüzden olsa gerek, iki tanesini üst üste okuyup yutum. Daha önce okuyup beğendiğim bi yazar tercih edip, yeni bi yazarla risk almadım. Sonuç; hava bugün serin ve ben yatağa gömüldüm. Allaha şükür ben kitap okurken çenesi düşen kız kardeşim True Blood`a fena halde saplandığı için bana pek bulaşmadı. Ama benim güzel annem beni yataktan koparmak için elinden geleni yaptı. Sonunda kazanan kim derseniz galiba annem. Sonuçta kitabı annem gece uyur uyumaz bitirebildim. Annem kitap düşmanı değil, ama ben çok kaptırıp dünyayla irtibatı kesince aneminde sevgili sinirleri zaman zaman gerilebiliyor.


      Dedikoduyu bi kenara bırakıp kitaba gelirsek daha önce okuduğum bi yazar demiştim zaten. Monica McCarty`nin MacLeods of Skye Üçlemesi`ni bayıla bayıla okumuştum. Özellikle serinin ilk kitabı Asi`yede bayılmıştım. Neyse bu kez seri kardeşleri değil de bi avuç savaşçıyı konu alıyor. Tabi tek kitapta hepsini aradan çıkarmamış. İlk kitap gurubun lideri Tor MacLeod ile başlamış.




      Kitapta ilk olarak bahsetmek istediğim yazar tarihsel olayları kendince coverlaması. Yani bu evlilikler ve yaşanan savaşlar gerçek. Tatlandırıcı olaylar ve kurgulama ise yazarın hünerli parmaklarının ürünü. Hatta bizim bu Tor MacLeod`de tarihsel sürece bakılınca Asi`deki beyimizin büyük büyük dedesi imiş. Yazarın kitaplarının sonunda  yaptığı güzellikse tarihsel detayları ve araştırmalarını vermesi. Tabi bunu sayfalarca yapmıyor gözünüz korkmasın.


        Cesur Yürek filmin,i izlemeyen yoktur heral de. William Wallace`in hikayesinin ardından tahtın özgürlüğü için hem kendi aralarında hem de uzun bacak Edward`la savaşmak zorunda kalan İskoç halkı arasından çıkan bi hikaye esasen. Tahta hak idda eden Robert the Bruce kendine gizli bi çete kurup İngilizleri şaşırtma peşine düşer. Çetenin lideri de İrlanda için paralı askerler yetiştiren bizim Tor`dan başkası değil. Ancak Tor klanını zaten bi çok yıkımdan kurtarmışken, bi savaşa taraf olup yeniden yıkımı göze almak istemez. Tor`a teklifleriyse para ve Christina. Kız isyancılardan birinin kızı. Adamınsa İngiltere’ye olan öfkesi gözünün kör olmasına sebep olmuş. Çünkü evlat mevlat dinlemeden zalimce iki kızımdan hangisini alırsan al bize yardım et diyor başka bir şey demiyor. Ama Tor klanı uğruna hepsini reddedince, kızını adamın bildiğiniz koynuna kendi elleriyle sokuyor.


      Tor`u bu bile zor yola getiriyor. Adam tutturuyor evlenmem diye. Olansa zavallı Christina`ya oluyor. Zaten zalim bir babası var bide kandırıldığını düşündüğü için zalimde bi kocası oluyor. Tabi kocası hiçbir türlü babayla yarışamaz. Çünkü babası da bildiğiniz kızı oyuna getiriyor. Neyse konu böyle başlıyo. İki kurban evleniyor ve Tor askerleri gizlice eğitmeye başlıyor. Çünkü bu işte taraf olmamaya kesin kararlı. Ama her şey günlük gülüstanlık olmuyor tabi ki de. Ortalık karışıyor. Savaşlar ihanetler şunlar bunlar. Kitap sadece aşk değil bol macerada dolu.


      Kadın karakterimiz pek bi saftı. Sürekli ezilmiş bide. Babası tam bi domuzmuş. Kocasında da duygudan eser yok. okurken kızın durumuna bir üzüldüm bir üzüldüm. Ama elden ne gelir. Adamı sarsasım mı gelmedi, başına kitap fırlatasım mı? Aksiyonu yüksek tutucam diye sürekli olan kıza oldu resmen. Aksiyonu yükseltip aşkı düşürünce adamı da duygusuz bi öküz gibi yazmış yazar. Adam sevmicem, inatçıyım diye programlanmış resmen.


      Aklıma gelmişken kitapta ne çok isim vardı. Bir sayfa dolusu isim sıralamış bide akrabalık. Hangi birini aklımda tutacağımı şaşırdım sonunda koyverdim gitti. Dedim kızda adamı bilsen yeter. İsimler için bi kullanma kılavuzu şarttı doğrusu. Zaten normalde kendi ismimi unuttuğum zamanlar oluyo. Bu konuda ciddiyim. Lisede bile 25 kişilik sınıftaki tiplerin adını öğrenmem 2 yılımı aldı. 


       Her şeye o koca isim yığınına rağmen kitap harikaydı. Zaten yazarı da pek bi severim. Serinin devamı da ver ve bildiğim kadarıyla şu an sadece ikinci kitabı yayınlanmış. O d zaten ellerimde. Tutsak kitabını da bitirir bitirmez yazmayı planlıyorum ama bakalım tembelliğim ne gösterecek.

Dinlediğim şarkı yoktu sanırım ama Cesur Yürek filmini bi yad ettim =)