Ben küçücük bi kızken hatta annemin tabiriyle küçük bir canavarken evde sürekli kuşlarımız olurdu. Ben kuşsuz zamanımızı hatırlamıyorum. Hayvanları bide rahat bırakmazdım. Muhabbet kuşları olunca bide hayvanla bi Tarkan bi Duduş bide cadı diyorlardı. Sonra son kaçan kuşu ardından –benim bu işte parmağım yok- annem çok üzülüp günlerce depresyona girince babam duruma müdahale etti. O günden sonra eve kuşta giremedim. Sonra ne ara oldu bilmem ama ben evcil hayvanların türlüsünün geçtiği evde büyüyen ben hayvanlardan korkar oldum. Kuşa o sürekli öptüğüm kuşa dokunamaz oldum. Galiba bi beyin travması geçirdim. Yoksa başka açıklaması olamaz diye düşünüyorum.



      Kuş kuş dememin sebebi Pixar yapımı bir animasyon izlemem. Küçük küçük kuşlar elektrik tellerine konuyo. Tabiî ki de kıskanç kadınlar gibi yada otobüste sıkış tepiş giden yolcular gibi didişmeye başlıyolar. Ama onların türünden ama farklı olanı görünce anında eski düşman fiskos yapıcağuı dosta dönüşüyor. İlk okul çocukları gibi hem birbirlerini sevmiyorlar, hem de onlardan farklı olana cephe alıp dalga geçiyorlar. Sondada kazdıkları kuyuya düşüyorlar. 


      Benim sempatik büyük kuşum bide şarkı söylüyor. Ama o küçük dışı tatlı içi sıçan kuşlar dalga geçiyor. Benim de sesim pek beterdir ama şarkı söylemeye bayılıyorum. Şimdi çirkin diye söylemiyim mi? Güzel değilse bile nezaket söyleme orda kendi kendime bırakta mırıldanayım.


Yönetmen: Ralph Eggleston
Yazar: Ralph Eggleston
Yapım Şirketi : Pixar 
Yapım Yılı : 2000




        Pembe dizi izlemeyen insan yoktur. Erkekler bile iddalıyım bir bölüm iki bölüm izlemiş, daha doğrusu izlemek zorunda bırakılmışlardır. Sonuçta annesi, ablası izlerken pembe dizilerin ezici etkisine mağruz kalmışlardır. Ee bende küçükken izlemedim desem yalan olur. Şimdi olsa izler miyim? Kendimi biliyorum garanti izlerim. Çift istisnasız ayrılıklarına kadar izler sonra bırakırım. Ne kadar salakça desem de içimdeki öküz arada bir romantikleşebiliyor. Vahşi Güzel, Rosalinda bunlar ilk okuldayken arkadaşlarımla dünkü bölümü izledin mi muhabbetlerimdi.





       Şimdi bu pembe dizi nerden çıktı derseniz açıklayayım. Çıkış noktası beyaz dizi. Bilmeyen yoktur diyemeyeceğim çünkü benim daha bu son bir yılda keşfettiğim bir olay. Daha öncesinde ne duymuşluğum vardı, nede okumuşluğum. Komşularımızdan biri de böyle okumaya çok meraklı bir bayandır. Benim kitapçıya gittiğim bi gün beyaz dizi olup olmadığına bakmamı istedi. Ben bi efendim falan dedim, baktım yanlış anlamamışım beyaz dizi diyo. Bende dünyadan bi haber olduğumu belli etmemek için sorarım dedim ama ilk sorduğum yer Google bey oldu. Ne olduğunu saptadıktan sonra kitapçımın yolunu tuttum. Bizim kitapçıda baya baba adamdır. Yeni kitaplarla birlikte basım yılı 50 60 yıl öncesine ait kitaplardan tut, çizgi romanlara kadar vardır. İkinci el hazinesi de baya geniştir. Sora bi baktım orda rafların altında bide beyaz dizi bölümü var. Hepsi ikinci el ama şaşırtıcı derecede günceller. Neyse aldım bir iki tane komşuya vermeden de bi bakim neymiş dedim ve BAYILDIM.


       Beyaz dizi bizim bu pembe diziler gibi. Bol romantizm içeriyor. Aşk, şehvet, bolca sevgi, yalan dolan, yanlış anlamalar, ayrılıklar, bebekler, aldatmalar, kumpas falan içeriyor. Ve öyle bir roman gibi uzun falanda değil. En fazla 120 sayfa ki, o kadarını gördüm mü hiç biliyorum bile. Ama hikaye öyle sıkmadan veriliyor ki. Zaten sayfa sayısı az olduğundan olaylar yoğun bir şekilde gerçekleşiyor. Ve en şaşırtıcı yanı yazarlar çok yaratıcı. Bu alanda resmen binlerce hikaye var. Birbirine benzer bi şeyler olsun bekliyorsunuz ama yok. Öyle konular var ki ben onlardan ansiklopedi yazayım. Kadınsa her şeyi 120 sayfaya sıkıştırmış. Okuması da yanınızda taşıması da çok kolay. Kafa dağıtmaya da birebir.


        Ben henüz bu kış keşfettiğim için çok büyük miktarlarda okuduğum söylenemez ama yinede hatrı sayılır sayıda okumuşumdur. Günde iki üç tane bitirdiğim zamanlar oluyor. Romanların arasına serpiştirdikleri, bi roman bitince romanın etkisinden çıkabilmek için okuduklarım oluyor. Harlequin yayınları tarafından basılıyor. Çeşitli türlere de ayrılmış durumda. Beyaz dizi, yasemin, classic, desire falan filan. Yayınevinin internet sayfasından da sipariş verilebiliyor ki onlar da e-kitap furyasına dalmış. Yani ister kargo bekleyeyim sayfa çevirme zevkine varın, ister e-kitap olarak alın.


     İlk okuduğum Day Leclaire idi. Bir Dante Serisi var ki bayıldım. Seriyi özellikle ilk kitap itibariyle okumalısınız. Ben şans eseri ilkinden başladım. Hikayeler oldukça orijinal. İtalyan asıllı bir ailenin azıcık mistik kaderleri anlatılıyor. Kader diyorum çünkü onlarda aşk tamamen kaderin işi. Her kardeş birbirinden şekerken bide işin içine kuzenler girdi. Hepsini zevkle okumuştum. Seriden son bir kitap kaldı, onunda Türkçeye çevrilmesini bekliyorum. Yazarın bide Salvatore Brothers serisi var ki onu da mutlaka okumalısınız. Hatta ve hatta yazarın her kitabına kefilim.


       En sevdiğim beyaz dizi yazarı şu ara Lynne Graham. Okunmadık kitabını bırakmamakta kararlıyım. Seri halinde olan olmayan her kitabını okumak için kolları sıvadım. Onun kitaplar bitmeden başka yazara geçmek istemiyorum. Bu yazarın her kitabı okunabilir. Kadının gerçekten zeki. Çünkü hikayeleri çok ama hepsinin de olayı ayrı. Birbirlerinden çok farklı ve yaratıcı. Aşk Çocuğu ise en sevdiğim kitabı nedense. Yalnız uyarmadı demeyin kadının erkek karakterleri çok sahiplenici, lider falan falan… Alfa erkeksiz kitabı yok. Kızlarda genelde kitabın başında ürkek çekingen ama ateşli hatunlar olup sonuna doğru tuttuğunu koparan tiplere dönüyor.


        Yazarların her kitabını bitir sonra diğerine geç takıntım olduğu için beyaz dizide diğer yazarları çok fazla okumuyorum. Ama arada okuduklarım oluyor. Bunlar arasında aklımda kalan Maya Baks, Leanne Banks, Charlotte Lamb, Kate Walker falan… Daha nicesi varda şimdi aklımda yok açıkçası. Ayıca romanlarıyla tanıdığımız Nora Roberts, Sandra Brown falanda bu alanda yazmış. Zaten Maya Banks`ın bir Sıcak isimli romanı hatta seriyi Epsilon basmakta.


      Beyaz dizi okunmalı. Ama dozu ayarlamak gerekir. Ben son bir aydır ipin ucunu fena halde kaçırdım. Yatıp kalıp okuyorum. İnsan ister istemez bunalıma da giriyor. Kitaptaki adamların hepsi yakışıklı, zengin, alfa, acımasız ama düzelen tiplerden. Gel de bunalıma girme. Sürekli kendimi telkin ediyorum hayat orda ki gibi değil ama yok dinlemiyorum. Zaten orda yazılanlar gibi olsaydı erkeklerin yüzde yetmişi mükemmel erkek olur diğer otuzluk kısmı da ezilmeye mahkum köyü adamlar. Bu durumda da kadınların hepsi aşklarını bulur bulamayanlarda, Türk sineması tadında yılanlık yaptığından sürünmekle meşgul olduğundan. bir beyaz dizi kahramanı olmak istiyorum resmen. Yazarlar fakir insanda bırakmadıklarından koca bi kütüphane yaptıracak paramda olurdu hem. Her neyse… Beyaz diziyi bence bir deneyin ama doza küften dikkat edin. Sonunuz bana dönmesin.


      Son bi uyarı içlerinde cinsel gerilimde oldukça yüksek ve bazı sahneler veriliyor. Daha önce hiç bu tür kitap okumayıp sadece dünya klasiklerini okumuşsanız Elli Tona giden geminizi bence bu limandan girebilirsiniz. Kesinlikle bu limana bayılacak ve size neyle karşılaşacağınız hakkında ufacık da bilgi verecek.





Not: İlk iki paragrafı atlayabilirsiniz. =)


      Uzun zaman oldu ne animasyon izledim nede yazdım. Görüldüğü üzere animasyon seyretmeye bayılıyorum. Hazırda tatile çıkacakken bi kaç gün bi şeyler yazmadan gitmeyeyim dedim. Gerçi bu tembellikle çok çokta blogla ilgilendigim söylenemez ama tatil ya bu gitmeden önce bi sorumluluk gibime geldi. Yada bencil, gösterişçi tarafım hazır tatile gidiyorsun bahsetmeden geçme demiş olabilir. Anlayacağınız uzun zamandır tatili beklerken artık milletin nasıl “Buraya gittim, şuraya gittim. Hahahaha!” dırdırını çektiysem gitmeyenlere konuşup beyin eti yememek için buraya yazıyorum. 



      Tatili o kadar çok istiyomuşum ki meğer. Yok bu sene tatil yapmayacağım diyodum ama sonunda çıkıyorum. Şezlonga yapışıp kitap okuyup, güneşlenmek istiyorum. Sıcakladığımda havuza gömülmek, hatta çocuk köle misali annemin yedi yirmi dört “Okey oynayalım hadi!” demesine bile eyvallah dicem. Salak saçma iğrenç maskeler, takıp eşek kadar olan erkek kardeşimin -benim şaşkın ördeğimin-bile çocukları korkutmasına gülüp geçicem. Yani ben kesinlikle tatil istiyorum.


       Tatil zırvalıklarımı bi kenara koyarsak kesinlikle eğlenceli bi animasyon. Zaten topu topu beş dakikacık bişey. Bi sihirbazla çok mu çok tatlı bi tavşanın hikayesi. Bu tavşan Bugs Bunny gibi bişey. Tek derdi açlıktan kazınmış miğdesine bi havuç. Sihirbazında işi malumunuz şapkadan tavşan çıkar. Ama tavşanı doyurmayınca başına gelenleri bence hak etti. Tavşanla şaka olmaz Bugs Bunny`den öğrenemedi mi? Ben acıkınca canavarlaşıyorum ama tavşan işini zekayla hallediyo. E o kadar eziyetin üzerine alkışı yine kapıyor ya sihirbaz tavşan daha ne yapsın.


Yönetmen : Doug Sweetland
Yazar : Doug Sweetland
Yapım Şirketi : Pixar Animation Studios  
           Walt Disney Pictures
Yapım Yılı : 2008




      “Aile toplumun en küçük temel birimidir” gibi sözlüksel zırvalıkları bi kenara bırakın. Tabi diziyi sevebilmek için. Gerçi dizinin sevilmicek tek bölümü dakikası yok. Bu ara, hatta uzun süredir favori dizilerimden biri. Bende televizyon izleme gibi bi alışkanlığın ‘a’ sı yok. Dizileri –Türk dizileri izlemem gibi bi politikam var. Adamlar bir tmm dedirtmek için bile 303946 kareden çekip iyice dramatize edip zamanımı çaldığı için nefret ederim.-  netten izlerim. Belli saatte tv başında olma zorunluluğunu Allahtan teknoloji bitirdi. Yoksa benim zavallı annem 452632 diziyi aynı anda nasıl takip edecekti. 


     Shameless`ı ilk CNBC-E de gördüm. Rastladıkça şöyle böyle izliyordum. Bu sene 3. Sezonu gece tv başına geçip salak saçma ödevlerimi yaparken izledim. Tabi yarım yamalak bile kalmayan İngilizcemle sık sık ekrana bakmaktan ödevlerim bitmek bilmedi. E bide diziyi ilk günden beri izleyen sevgili arkadaşım Sum var. Kıza ben öyle diyorum yoksa bildiğimiz Türk hatunu. Hoşlandığı çocuğun çıktığı Moldov var bide. Sılav ırkından ne kadar nefret ettiğimi bi kez daha hatırladım bak.




      Tüm sebeplerimi bi kenara koyarsak bunu yazma amacım diziyi bilmeyen olduğunu artık düşünmemekle birlikte, bilmeyende varsa artık öğrenip izlemesinin vaktinin geldiğini haber vermek. İzleyipte diziyi sevmemek nasıl bi şey ne biliyorum, nede duydum. Bu bayıldığım aile Chicago da yaşıyor. Tabi buna yaşıyor denirse. İlk izlediğimde aşırı derece de garipsemiştim. Çünkü etrafımda görüp duyduğum hatta o Amerikan dizilerinde izlediğim ailelerden bile kilometrelerce farklı. Bi Gossip Girl`deki sosyetik aileler bi Desperate Housewives deki manyaklık barındıran ailelerde değil. Bu aile başlı başına yeni bi toplum ürünü. 


     Ailenin başında anası babası yok. Varda yok. Anneleri alkolik, bencil, anı yaşayan gerisini şey yapan, dolandırıcı, paragöz, tembel, şaşkın, bela kıçında gezen, aşırı pis açgözlü daha birsürü hakareten varan özellikleri olan Frank Gallagher`a dayanamayıp bi tır şoförü bayanla topukluyor. Anneleri tabi Frank`tan aşağı kalmayan bi tip. 


     Böyle bi anne babayla iş yürümeyince dizginleri altı çocuktan en büyük olan Fiona düşüyor. Tarışmasız en sevdiğim karakter. Tabi Lip`i görmezden gelirsek. Fiona çocukların her şeyiyle ilgileniyor. Gençliğini yaşayamadan resmen beş çocuk birden edinmiş. Frank olmasa kesinlikle hayatı daha kolay olur ama adam sülük misali. Başı belaya bulaştıkça aileyide hobi niyetine peşinden sürüklüyor. Doğal olarak buda Fion`ın hayatını dahada zorlatırıyor. Faturalar nasıl ödenecek, kim nereye gidecek, kaç para lazım, bugün ne yiyecekler, hangisi okulda sorun yaşıyor? Tüm bu sorun ve sorulara cevabı Fiona cevap veriyor. Tabi bu kadar dert anası hatunun hiç gülmeye vakit bulamadığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Eğlencenin de dibine vuruyor.


       Fiona`nın kardeşleri özellikle Lip dayanağı. Parayı birlikte topluyolar. Belalardan birlikte sıyrılıyolar. Tabi bu kısımda ailenin zeki çocğu Lip `e oldukça çok iş düşüyor. Lip harbi harbi baya zeki. Ahlaksızlık diz boyu ama beklenmeyecek kadarda duygusal. Aşkdan yana şansı gülmese de bereket versin seks işi tıkırında. Millet için o sınav senin bu sınav senin giriyor. Bizdeki LYS zımbırtısı onlarsa SAT ve en çok bundan parayı kırıyor. Tabi yakalanana kadar. Adam zeki olunca peşinde koşan üniversitelerde oluyo ama umurunda değil. 


      Ian Lip`in bi boy küçüğü ve orduya girmek istiyor. Ama adam gay ve buda işleri zora sokuyor. Bi markette çalışıyor ve patronuyla… Neyse ailedeki bi boy küçükte Debbie. Kız azıcık sorunlu. Sevgiye deli gbi aç ve arada beklenmedik şeyler yapıyo. Mesele bebek çalmak. Sürekli kurabiye yapalım iyilik yapalım diye ortalarda dolanıyor. Bide merakı varki bi kez kabardı mı Sherlock yanında halt yemiş. Ve en psikopat Carl. Çocuk yaşasın yaşamasın her şeye düşman. Şiddet eğilimi hat safhada. Adam acı vermekten resmen zevk alıyor. Ve de Liam var. İki beyazdan bi zenci. Bi kaç milyonda bir ama DNA testi onaylı. Zavallının bi şeyden haberi yok.


      Ve de yakışıklı Steve var. Fiona`nın sevgilisi. Aslında baya zengin züppe bi aile üyesi ama adam hayatını araba çalarak sağlıyor. Annesi babası da tıp okuyor sanıyor ama okul yarım. Fiona`ya bariz aşık. Çocuklar konusunda da yardım etmeye çalışıyor. Ama sağ olsun onunda belada üzerine yok. Adama ilk sezon bayılırken pörtlek gözleri sonradan pek bi battı bana.


      Komşular var bide. Veronica ve Kev. Altını çizmek lazım Kev`e bayılıyorum. Bunlarda resmen aileden olmuş vaziyette. Frank`ten daha çok aileye yararı dokunuyor onların. Aralarında güçlü bi bağ olmasına rağmen Kev`in yaptığı V`nin eyvallah dediği olaylarda bol hani. Hangi kadın evli adamla sahte evliliğe bile… neyse adam seksi ve güzel gülüyor.


     Ana karakterler bunlar ama bide Karen var. Lip`n garip ilişkisi. Kız beş para etmezde ben nedense anasına bayıyorum. İlk sezonda evden çıkamam gibi bi hastalığı olan annesini pek seviyorum. Karen annesiyle pek bi çalkantılı anlar yaşıyo ama bu Karen tam bi…


     Frank`ı çok kötüledim biliyorum ama adam zekide ve çok severim. Dolandığı ipten kurtulmak için yaptığı zekice hamleler yuhanda dedirtiyor. Böyle bi adamla gerçekten bi kaç gün takılmak isterdim. Tabi sonra çamaşır suyu banyosunu göze alabilirsem.


      Diziyi dikkatle izleyin çünkü hayat dersleriyle dolu. İzlerken dramın dibine vururken aynı zamanda güle de biliyorum. Dünyadaki bütün dert tasamın aslında ne bokta sebepler olduğunu yüzüme yüzüme vuruyor. Bütün gün mağaza mağaza gezip,  bunun bedeni kalmamış diye yakınmak, kalan son bedeni alma sevinci falan fasa fiso.  Benim taktığım uğraştığım sorunlar onlarınınkinin yanında hiç kalır. Tüm bu zorluklara rağmen birbirlerine bağlı muhteşem bi aile. Bu arada mutlaka izleyin dememe gerek olmadığını düşünüyorum. Sabahtan beri övüyorum en azından bi açın bakın. He bide +18 lik yerleri var haberiniz olsun. Aşk-ı Memnun`un sevişme sahnesini eleştirenler yanaşmasın bile. Burda yastık diyip sıyrılacak sahnede yok. 

     Bi insan hiç tanımadığı bir insana aşık olabilir mi? Ben oldum. Yani bu ilk değil. Hayır kanlı canlı bi tipe de böyle aşık olmuştum. Peşinde koşup tanışmak için bi yerlerimi yırtmıştım. Sonra ne kadar yırtınsam da olmayacağını anladım ama yaptığım mallıklar yanıma kaldı. Bu arada tanıştım da işler umduğum gibi bitmedi. Neyse bu benim ikinci kez tanımadığın bi adama aşık olma vakam üzerine. Esasen onu çok yakından tanıyorum. Tek sorun onu kafamın içinde canlandırıyo olmam. E bide adam beni tanımıyor.



     Hawk sevgilim bırak o “Hayır” dan başka bişey bilmeyen o hatunu. Bana gel. Ben buradayım ve söz veriyorum asla asla asla ve asla “hayır” demeyeceğim. Zaten senin gibi mükemmel, olağanüstü bi karaktere insan nasıl hayır der, bi yazar nasıl o “hayır” kelimesini yazabilir. İnsan sayfalarca mükemmelliğinden bahsedip, üzerine sayfalarca mükemmelliğini ispatlayacak şeyler yazdıktan sonra “hayır” kelimelerini yazmaya eli gitmez.ama yazarın gitmiş ve patır patır yazmış. 


     Aşkımı ilan ettiğime ve beklemeye koyulduğum göre kitaptan bahsedebilirim. Kitabı zaten uzun zandır okumak istiyodum. Sonun da her akşam internetten şunu da sipariş edim bunu da sipariş edim dönemine denk geldi aldım. Bu arada bir kredi faturam var ki germeyin gitsin. Borçlarımdan dolayı girme potansiyelim olan hapishaneden yazar bi şekilde yazılarımı yayınlarsam şaşırmayın. Hapishaneleri göze alarak aldım okudum. Böyle deli divane aşık olacağımı, yine aptal aşığı oynayacağımı bilsem okumazdım.


     Benim biricik aşkım Hawk tüm o yakışıklılık, güç, mükemmellik üzerine bide İskoç lordu. E adam İskoç olunca mükemmellikten azı beklenmiyor. Hawk`a zorla evlendirildiği kıza kadar hiçbir –kadınlarda akıl varmışta ondan- hayır dememiştir. Kralın emri üzerine evlenmek zorunda olduğu bi kadın vardır. Doğal olarak kesinlikle evlenmek istemez. Zaten evleneceği kız mevta olmuştur. Onun yeriniyse ölen kızın acımasız babasının kucağına düşen Adrienne  alır. Adrienne 1997 den mi ne geliyor. Eski sevgilisi yüzünden tüm erkeklerden, özellikle yakışıklı erkeklerden ölesiye nefret ediyo. Bu durumda periler kraliçesinin Hawk`ı kullanarak kıskandırdığı kral ve kraliyet soytarısının aradığı kadın yapıyor onu. İntikam almak için deli divane olan bu iki adam Hawk kraliçeye dokunmadığı halde kraliçenin boşboğazlığı yüzünden hedef tahtası haline geliyor. E kraliçede söylediklerinde haklı. Adam muhteşem. Bide yalan söyleyip Hawk `ın tadına baktığını idda edince bu iki sinir herif Hawk avına çıkıyor.


     Bütün bu döngünün gerçekleştiği sırada Hawk ve yakın arkadaşı Grimm kayan bi yıldız görür. Grimm Hawk için bir kadın diler. Kadın dünyalar güzeli olsun, akıllı olsun ama Hawk`a hayır diyip süründürsün. Bana göre hiçbir akıllı kadın ona hayır diyemez. Ama Adrienne adamı canından bezdirdi. Aralarındaki kimya ateşsiz alev alırken kadının ağzından kitabın yüzde yetmişinde hayır çıktı. Zaten anladığım kadarıyla kelime hazinesi de pek geniş değil. 


      Hawk evlenme işinden o kadar çok nefret ediyor ki kendisi yerine vekaleten Grimm`i gönderiyor. Sonrasındaysa karısıyla karşılaştıkları ilk an kadın arzu dolu bakışlarla demirci soytarı Adam`a bakıyor. İşte ilk ağır darbesini  o an alıyor ve kitap boyunca bunun acısını ve şüphesini çekip duruyor. Adrienne kocasıyla tanıştıktan sonra Adam`a sümüklü mendilini bile atmaz ama kendini Hawk`da korumanın tek yolu Adam`a aşık numarası çekmek. O saatten sonra da ilk gördüğü andan itibaren aşık olduğu kadını tavlamak için hem Adrienne hem de Adam`la savaşa girişiyor. 


      İşte kitabın en güzel yerleri Adrienne ve Hawk arasındaki o ateşli çekişmelerdi. Atışmalarına bi yandan güldüm, bi yandan da Hawk`ım için çok üzüldüm.  Kitap o kadar güzeldi ki nasıl bitti ben anlamadım. Tabi bu arada sinir olduğum, aklıma takılan yerlerde yok değil. Mesela kız. Zaten sinir olmuşum hayırına nazına bi de üzerine her şeyi pat diye sorgulamadan kabul etmesi delirtti. Ya bi sorgula nerden nereye düştün. Ama kızda nasıl bi zihin yapısı varsa hemen şak diye uyum sağladı. Hadi sağladı diyelim bi düştüğü geldi yer arasındaki farklılıkların izlerini daha fazla hissettir bari. Bence yazarda sevmiyo benim gibi Adrienne`yi. Yazarda haklı ama. Hawk`ı o kadar iyi kurgulayanca kıza sinir olmuş herkese kötülemek istemiş olabilir.  


       Kitaba da yazara da bayıldım. Kitabı bikaç kez daha okurum ben hissediyorum. Kitap baya uzun bi serinin ilk kitabı ve ben serinin devamı için gün sayıyorum. Umarım yayınevi benim yaşlanmamı beklemeden seriyi yayınlarda beni mutlu eder. Yazarın bide ülkemizde yayınlanmış Ateş Serisi var. En yakın zamanda alıp okumayı planlıyorum. Çünkü yazara bayıldı. Çünkü bu kitaptan bile güzel olduğunu söylüyorlar. Çünkü bu kitaptan güzel olabilceğine pek inanmamakla birlikte test etmek istiyorum.       


Şarkıysa.....