Bir kitabı almak için belli başlı sebeplerim vardır. İlk olarak kitabı zaten uzun zamandır bekliyorumdur. İkinci sebebim konusunu beğenmişimdir. Üçüncü sebep her yerde karşıma çıkıyordur. Dördüncü sebebim kapağına vurulmuşumdur. Beşinci sebebimse önereni çoktur. 


         Sevecek Biri içinse kapak ve young edault türünde olması almam için sebeplerimdi. Ama daha ilk bölümde şok yaşadım. Kitabın kapağının renk tonlarına bayılan ben, karakterlerin fiziksel özelikleri kapağa uygun beynime kodladım.  Ancak anlaşılan kapağı tasarlayan arkadaşın karakterler hakkında gram bilgisi yok. Çünkü hatunun saçlar siyah. O kapaktaki karamel saç rengini başka kitap için hazırlamışlarda yanlışlık olmuş gibi. Kitabın bi yerinde kız kuaföre gidince dedim artık bu saç rengine kavuşacak heralde. Ama sonra ne oldu saç rengi beğenilmedi hop eski haline döndü. Çocuk kızı anlattığında ne zaman siyah saçları dese “Kim be bu kız ? Bizimkine boynuz mu takıyor bu?” dedim durdum.




         Sinir olma evresini az çok atlattıktan sonra kitabın konusundan bahsetmek istiyorum. Kendall Jordan sürekli sıcak olduğu için hayallerimin şehri olan California`dan kalkıp eğitimi için Garrison üniversitesine geliyor. Gelirken de hava durumuna bakmayı akıl edemediği için kitap boyunca beyaz atlı prensi onu kurtarana kadar kot ceketle gezinip duruyor. Annesi bu üniversiteye gitmiş ve Amerikalılardaki aile geleneği üniversite işine o da dahil olmuş. Koca şehirde gelmeden internetten tanıştığı annesinin arkadaşının oğlu Pennington dışında da kimse yok. Yani dıdığının dıdısı durumu.  Kalıcağı yeri Pennington `un ayarlaması gerekirken partiler alemler derken atlıyor. 


        Pennington `a ulaşmaya çalışan Kendall ise kendini bir partide buluyor ve beyaz atlı prensin Cruise Elton ile karşılaşır. Pennington `un salaklığı yüzünden sokaklarda kalınca Cruise ona evini açar. Cruise Elton açık ara her kızın rüyası, muhteşem erkeğin vücut bulmuş hali. Şöyle ki kadınların muhteşem erkek listesini sıralamasını dinlersiniz ama aslında o istediği değildir. Dürüst, çapkınlıkla işi olmayanı istediğini söyler  ama öylesine aşık olur. Kendall ondan görür görmez etkilenir. Kendini onun için kalıcı kılmak adına da Cruise`dan kendisini onun erkek versiyonu yapmasını ister. Tabi o versiyona giden yolda Cruise`ün ellerinden geçer.


         Kitabın konusu bunun üzerine oturtulmuşken karakterleri bugünlere getiren geçmişleri tabi ki karşımıza çıkıyor. Cruise tarif ettiğimiz ama istemediğimiz mükemmel erkekken, nişanlısı tarafından boynuzlanıp terk ediliyor. Ne var ki kadın ırkından kendini esirgemekten vaz geçiyor işte o an çikolatalı pastaya dönüşüveriyor. Tabi bu eski nişanlısı da gri dönmek için Kendall`ın resmen gelmesini bekliyormuş.


         Kendall`ın annesi ise Yedi Kocalı Hürmüz’ün Amerika’daki  temsilcisi. Aşk için evlilikler yapıp bir türlü mutluluğu bulamıyor. Anne ve babasından ve hatta üvey babasından aldığı derslerse Kendall`a kalbini kimseye açmazsa üzülmeyeceği dersini veriyor. Cruise desen hem nişanlısı hem kendi anne babasından dolayı yaralı. İkisi de aşık olmamaya kesin kararlı ancak birbirlerinden kimseden etkilenmedikleri kadar etkilendiklerinin de oldukça farkındalar. 


         İki aşık olmak istemeyen insan olsalar da daha kitabın başında kafalarına dank ediyor ve ilk kim söyleyecek yarışına giriyorlar resmen. Birbirlerini kışkırtmak adına öyle çok gıcık ettiler ki beni okurken fıtık oldum. Ne zaman biri itiraf etmeye yaklaşsa araya başka olaylar girdi. 


        Ahh benim bi tanecik Cruise`m… Kendall`ı bu kadar sevmek zorunda mısın? Hayır yani seni hak ettiğini düşünsem sesim çıkmayacak ama hak etmiyor da. Sen onun için fedakârlıklar yap sahiplen bi iç konuşman dışa yansımadı diye bu kadar çek. Gerçi kıza iyi oyunlar oynayıp sende eziyet etmedin dersem yalan olur ama bunlar daha çok tatlı muzurluklar.. Kendall ise ne bilim sevmedim onu. Bi kere fazla saf salak çıktı hayal kırıklığına uğrattı beni. Zaten o kadar ortak arkadaşın olsun nasıl aralarında mevzuları geçmez bu kadar habersiz olurlar onu da anlamış değilim. Yazar burada ağır saçmalamış. 


         Kitapta en çok sevdiğim şey ise yazarın ikisinin bakış açısından ayrı ayrı bölümler yazması. Sırasıyla olayları bi o bi o anlatıyor. Biri olayı bitiriyor, diğeri onun kaldığı yerden devam ediyor. Diğer sevdiğim şey ise beni güldürecek ilginç, zeka ürünü benzetmeleri. İlk defa bir kitapta bu kadar çok benzetme gördüm ve sevdim. 


         Dayanamayıp söyleyeceğim bir diğer şey de çok birbirleriyle alakadar bi çiftti. Bu şöyleki yazar yazarken yazdığı her olayı yatağa, aralarındaki cinsel çekime bağlamış gibime geldi. Başta iyi gelse de sonra hem itiraf edememe durumu hem bu eee hadi ama dedirtiyor. Zaten itiraf yaşanana kadar böbrek taşım olsa düşerdi.


         Kitabı sevdim mi? Evet. Tavsiye eder miyim? Evet. Ama uyarmadan da geçmem. Sevmediğim yerler oldu ama çeşitli sebeplerden çok aralıklı aralıklı okumamdan kaynaklanmış olabilir. Sanki tek bi oturuşta yesem böyle yavaş yavaş sindirmek zorunda kalmasam daha çok sevecekmişim gözüme tüm bunlar batmayacakmış gibi geldi. O yüzden tavsiyem okuyun ama çok bölmeden tek parça halinde yutun. Herkese koca koca okumalı günler.

Someone to Love Serisi 
1) Someone to Love
2) Someone Like You
3) Someone For Me

Bu şarkıyı çok severim ve nedendir bilinmez  bu ara fena halde dilime dolandı 




        Son Çarem ve benim son çırpınışlarım. Bir serinin sonuna daha geldim. Gerçi seriye ait bir kitap daha var ama yazacak kim kaldı bilmiyorum. Kaldı ki karakterler kim tanımıyorum, sanırım. Hellions of Halstead Hall serisi Sharpein çocuklarına başlarında olan tek büyük büyükannenin verdiği ültimatomla başlıyor. Eğer beş kardeşin beşi de bir yıl içinde evlenmezlerse  sahibi olduğu bira fabrikasını ve mallarını onlara koklatmayıp. miras hayallerini suya düşürecektir. Kardeşler tek tek evlendiler ve sona en küçük çocuk Celia kaldı.  Seri den bi haber olanlar için kullanma kılavuzunu da verdiğime göre kitabı ballandıra ballandıra anlatmaya geçebilirim.



        Leydi Celia evlenme şartının kalkması için gerekli olan anahtardır. Tüm ağabeyleri ve ablası şanslı bir şekilde aşkı bulmuş ve evlenmiştir. Ama iş ona gelince etraf talip falan kaynamıyordu. Zaten düşkün olduğu silahlar atıcılık erkekleri ona arkadaş yapıyor. Anlayacağınız pekte evlenirken centilmenlerin istediği uysal başlılık onda mevcut değil. Silah kullanan bi kadın bi erkek içinse oldukça tehlikeli… Malum çapkınlıklar falan ki Celia`nın ailesinin karıştığı skandalda buna etken.




        Celia`da kolları sıvıyor ve kendine potansiyel talipler buluyor. Onları avlaması için gerekli bilgiyi de aile için çalışan polis memuru Jackson Pinter`dan rica ediyor. Böylece büyükannesine onunda evlenebilecek biri olduğunu görmesini sağlayıp bir yıllık süreyi uzatacak hatta daha iyisi kurtulacak. Ama hesaba katmadığı şey Jackson`ın bu durumdan hiç haz etmemesi. 


      Jackson Pinter bir lordun piçi olarak dünyaya geldiği gerçeği ile tüm aristokrasiye sinirli bir adamdır. Yıllar boyunca geldiği konum için çalışmış ve baş hakim olmak içinde adaydır. Leydi Celia`nın planını duyduğu an ise üç potansiyel talip için de bir sürü kusur buldu. Hiç biri Celia için yeterli değil, hiç biri Celia`ya yaklaşmamalı. Çünkü tanıştıkları andan beri ondan hoşlanmaktadır.  Tüm o takışmalar ise sadece onu kışkırtmak içindir.


         Celia ve Jackson birde ailenin cinayetini araştırmaya başladılar ve ateşle barut büyük bir kıvılcıma neden oldu. Ama büyükanne önlerinde resmen baraj kurdu. Tüm torunlarına istediğinle evlen derken Celia`ya gelince piçle torunumu evlendiremem dedi. Sonrada başladı gençlerin beynini yıkamaya. Sağ olsun onlarda içinde saklayıp söyleyemedikleri duygularla çırpındılar, bolca tökezlediler. Okurken yerimde duramadım. Kalkıp çiftimizi dürtükleyesim geldi. Birbirlerini o kadar fazla düşünüp, her şeyden öteye koymuşlardı ki üçüncü şahıslar hep bi maydanoz oldu.


        Kitabı çook çook çook sevdim. İlk defa bi kitapta bi erkek ne bir lord ne de aşırı zengindi. Yavrum kıyamam sırf bu yüzden kız için ne endişelendi. Ama adamın bir çok vasfı ve iyi bi karakteri olduğu için tüm ailenin onayını hatta en büyük abinin bizzat desteğini aldı. Büyükanneyse bolca çelme taktı. Şu koca seri boyunca bi bu kitapta sinirlendim büyükanneye. Ne istedi benim Jackson`ımdan. Zaten bir sürü sorunu vardı kendince. Kızı zar zor geçindiririm endişesi, çocukluğunda çektiklerinin etkisi. Bu zamanda bile gayrimeşru doğum büyük olayken yıllar öncesi için çok çok daha zordu. Jackson`sa bunu bir türlü hazmedip atlatamamıştı.


         Celia`nın anne baba durumu malum zaten. Bide üzerine çok geçken yaşadığı talihsiz bir olay sonunda kendini koruması gerektiği için sarıldığı silahı var. Ee tabi ona yaklaşmayan erkek ırkı. Bu da onda hayli güvensizlik yaratıyor. Ama en güzel yaptığı şey insanların dediklerini umursamamak ve sonuna kadar sevdikleri için savaşması. Onun için sadece sevmek yeterli. Kimin hangi soydan ya da ne kadar parası olduğu önemli değil. Gel de şimdi bu kitabı karakterleri sevme.


         Yazar yine muhteşem kalemini konuşturmuş. Diyalog ve karakterlerle kitaba bağladı. Öyle ki kapağa “bağılılık yaratabilir” uyarısını koymayı unutmuşlar. Ve bu kitapla da cinayeti aydınlatmış. Beş kitap boyunca bi olayı merak etmek ne demek bende öğrenmiş oldum. Kitabın kapağına gelirsek kırmızının o tonuna bayıldım. Çevirisi ise fazla fazla açıklayıcıydı.


         Ben tüm seriyi okudum ama yazmadığımı fark ettim. Okumadığım kitap kulemi azaltınca tek  tek okuyup yamayı düşünüyorum. İşte o zamana kadar bence seriyi okumamış olanlar acilen okusunlar. Çünkü sırtını dönüp gidebileceğin bi seri değil. Sevgilin olsa terk edemezsin bu seriyi. Herkese koca koca okumalı günler.

1) The Truth About Lord Stoneville
2) A Hellion in Her Bed
3) How to Woo a Reluctant Lady
4) To Wed a Wild Lord
6) Twas the Night after Christmas

Şarkımmmm....



Tatil dedim sürekli okurum, izlerim gezerim dedim ama bi baktım iş, büt ve bulduğum her dakika gezme oluş. Biricik kardeşime kavuşunca kitap okumayı bile istemez oldum. Ama okumayı da kardeşim kadar özlemişim onu fark ettim. Ve Lisa Kleypas karşı meğer aşeren hamile kadın gibiymişim. 


         Lisa Kleypas en en sevdiğim yazarlardan biridir. Wallflower serisi ise inci tanem. Ama Hathaway serisi insanın okumadan geçemeyecekleri arasında. Yazarı sevdiğim için her kitabını gözüm kapalı okurum. Bundan da pişmanlık duyduğumu hiç görmedim. 



        Kitabı çok sevdim ki aşırı özlemişim historical romance okumayı. Gece başladım uyudum uyandım kahvaltıya kadar bitti. Okuması o kadar kolaydı ki yemekten önce yediğim annemin kızdığı çikolata gibi geldi. Böyle aile serilerini hep sevmişimdir ki bu da benim için istisna değil. Ama bu seride karakterlerin kaçık olmasını seviyorum. Tim Burton filmlerinden fırlamış gibiler. Ne zaman ne yapacakları belli değil.  



         Poppy Hathaway uzun süredir gizlice flört ettiği sevgilisinden gelen mektubu kovalıyor ve olaylarda böylece patlak veriyor. Tabi ki mektup Paperman`de ki gibi kanatlanmıyor. Beatrix`in akıllı gelinciği mektubu kaçırıyor. Bu sayede Poppy Harry`nin kollarına düşüyo. Bu gelincik baya zeki. Ne zaman kimin karşısına neyle çıkması gerektiğini biliyor. Sonuçta aynı gelincik Bayan Marks`ın iç çamaşırlarını Leo`nun kucağına bırakmıştı.





         Haryy Poppy`le otelinde kaldığı üç yılın sonunda kurduğu ilk diyalog sonunda onu elde etmeyi kafaya yerleştiriyor. Bu uğurda da herkesi harcamakta sorun görmüyor. İşe ilk olarak da babasının korkusundan kızla herkes içinde flört edemeyen, mektubun sahibi Michael ile başlıyor. Bana sorarsanız da en iyisini yaptı. Böyle korkak adamlara hiç dayanamıyorum çünkü. Zaten Michael babası resti çekince anında topukladı. Böylece mücadele etmeyip Harry`nin yolunu açtı bide üşenmedi köprü kurdu. Harry`de ikinci adımda hızlıca ilerledi ve sonunda amacına ulaştı. Şaşırtıcı ama adamın niyeti evlenmekti. Evlenmek isteyen erkek…



        Evlilik öncesi ortaya çıkanlar, ailenin tavrı, Poppy ve Harry arasındaki meselelerse gitgide karıştı. Poppy sevgi dolu bi çılgın aile üyesiyken Harry için işler o kadar kolay değildi. Zavallı Harry aileden yana çok çekmiş. Sevgi dediğimiz şeye oldukça uzak. E kızda sevgi arsızı olunca olan adama oldu ve çekti. Gerçi ben mi dedim adama kızın arkasından dolaplar çevir bide yakalan diye. 


        Kitapta ana karakterleri çok sevdim. Poppy insan canlısı çok şeker bi hatundu. Harry zengin Amerikalı bi otel sahibi. Ama adam bu gibi bi tipik özelliğin dışında mucitte. Yani adam hem seksi hemde beyni çalışıyor. Bu da onu tadından yenmez hale getiriyor. Emekleye emekleye de olsa nasıl sevmesi gerektiğini öğreniyor ve bunu bize hissettiriyor. Ama adamın iyi bildiği bişey varsa istediğini alıyor ve bırakmıyor.


         Kitapta en sevdiğim şey ise bi sonraki kitaba dair vaadi. İkinci kitabı okuyanlar bilir büyük iki kız muhteşem çingenelerle evleniyorlar ama malum sürü kalabalık. Kızlara refakatçi olarak alınan Bayan Marks daha ilk dakika itibariyle Leo`nun dikkatini çeker. Tabi bu iyi manada değil. Sürekli birbirlerini gördükleri her an takışıyorlar. Bu arada Leo ailenin reisi sayılır. Poppy`nin abisi ve uzak bi akrabadan lord ünvanı da miras kalmış. Sevdiği kadını kaybedince bi kendini kaybetme dönemi yaşıyor ve sonunda ruhsal olarak toparlanıp zampara hayata merhaba diyor. Eee Bayan Marks`lada bolca çekişince insan onların arasındaki kıvılcımı görmeden edemiyor. Bu kitabın sonundaysa bi sonraki kitap olan Bayan Mark ve Leo`nun çok şey vaat eden kitaplarının ilk bölümü veriliyor. Çok şey vaat ediyor çünkü Leo kadının odasına “Cat… Olanlar hakkında konuşmalıyız” diye dalıyor. Samimiyet dikkat çekici ve bu kadının da sakladığı sırlar olduğu mesajı alttan verilmişken kitabı deli gibi merak ediyorum. 


        Kitapta bolca önceki kitap karakterlerini görüyoruz ki o kadar çok görünce bizim ana karakter kim diye bi bocaladım ben. Cidden bu kitapta tek sinir olduğum şey buydu. Çiftimize yer verilmeyi unutmuş gibiydi Lisa. Tamam tabi ki de yer vermişti ama birlikte geçirdikleri vakit bence azdı. İletişimleri fazla kopuktu. Ben böyle flört etsinler çok çok çekişsinler, birbirlerini istesinler istemesinler ama sürekli  gönderici kanal alıcı olayı sağlansın istedim.


        Kitabın kapağını çok sevdim ki çevirisi de bence güzeldi. Aile ye zaten bayılıyorum ve sevdiğim serilerden biri. Bence yazarla tanışmayan varsa acil serilerinin birinci kitaplarını alıp Merhaba desinler. Bu kitaba geldiklerinde de bana ben size demiştim deme zevkini bana tattırsınlar. Herkese koca koca okumalı günler.

The Hathaways serisi
1) Mine Till Midnight
2) Seduce Me at Sunrise
2,5) A Hathaway Wedding
3) Tempt Me at Twilight
4) Married By Morning
5) Love in the Afternoon

Bu şarkı beni benden alıyor...

                           







       Her yerde onu görmek bu olsa gerek. Kafamı nereye çevirsem karşımda İlk Öpücüğün Büyüsü. Kitapçıya giderim ilk karşıma çıkmalar falan… Eee kitap bu kadar ısrarla karıma çıkınca bende sonunda büyüsüne kapılıp aldım. Sonuç sevdim ben bu kitabı. Yalnız uyarmadı demeyin kitabın kapağı pekte mantıklı değil. Yazlık mekan, tatil yeri hikayesi gibi gelse de bi baktım New York`da dolaşıyoruz.


         Kadınlar hatta her şeyi unuttukları idda edilen erkekler bile ilk öpücüğünü ve karşısındakini unutmaz. Evlilik yıl dönümü, yok tanışma günü falan kadınların aklına çakılı olup erkeklerin unuttuğu şey. Ama bu tarih değil ki unutasın. İlk aşk, ilk öpücük… Hele de, ilk öpücüğünüzü ilk aşkınızla yaşadıysanız mezara girmeden önce film şeridinin en güzel yeri olur. Alexa`nın talihsizliği de tüm bu ilkleri bir adamla yaşadıktan sonra kalbi kırılıp vahşi doğada yapa yalnız bırakılması. Nick onu vahşi doğada bırakmasa da dalga geçip çekip gidiyor.




         Nick Alexa`dan ilk öpücüğünü çalıp gittikten sonra yıllar geçiyor. Ve Nick Alexa`nın kucağına Newton`nun başına düşen elma misali düşüyor. Nick amcasından kalan mirasla hayallerini gerçekleştirebilecek.  Ama yaşlı adam son dakika golü atıp öyle dünyadan göçüp gidiyor. Tüm o hisselere sahip olabilmesi için evlenmesi ve bir yıl mutlu mesut yaşama zorunluluğu var. Evet tam tahmin edilebildiği gibi evlenmek istemiyor, çocuk istemiyor ve çözümü anlaşmalı evlilikte buluyor. 


        Alexa yıllar boyu reddedilenin güvensizliğini yaşamış. Kendine ait bir kitapevi –hayallerim rüyalarım- var ve burayı geliştirmek istiyor. Ama ailevi problemleri paraya dayanınca işin ucu Nick`e bağlanıyor. Nick`in kız kardeşi Maggie onun en yakın arkadaşı ve ihtiyacı olan parayı anlaşmalı evlilik sayesinde Nick`den almasını sağlayacak fikri ortaya atıyor. 


        Şimdi geçmişe dönersek pembe dizi döneminde durun. Adamla kız bi şekilde bir araya gelir ve siz her bölümü oturup izlersiniz. Ama on bölüm de kaçırsanız yakalamak kolaydır. Çünkü belli bir standardı vardır. Evlen, kavga, kızışma, tutku, aşk, bebek, yanlış anlamalar, pişmanlık, özürler ve mutu son. Diziyi izlerken bu böyle buda şöyle olur diye söylediğiniz şeyler kitaba başlayınca bu şöyle demenizle gerçekleşiyor. Şimdi bu kadar tahmin edilebilir bi kitabımı beğendin diyeceksiniz ama evet. Sonuçta hepsinin sonun iyi biticeğini bildiğimiz romantik komedi türünde bi kitap. Kötü bitse öyle demeyiz. Önemli olan bence işleyiş. Tabi farklı, bambaşka bi kurgu olsa muhteşem derdik ama yazar öyle güzel anlatmış ki çok beğendim ben.


       Nick`in babası ile ilgili problemleri, aile fobisi o kadar içten anlatılmış ki bi romantik komedi kitabından bu kadarını beklemiyordum. Sıradan bi konu ama karakterlerin içi dolu. Ve çiftimizin arasındaki diyaloglar çok eğlenceli. Yazarın kalemi öyle akıcıydı ki çabucak bitti. İlk sayfayla son sayfa arası ne kadar zaman geçtiğini anlayamadım. Tabi yayınevinin yaptığı çevirinin de buna etkisi çok. Son dönemde Nemesis Kitap gerçekten harika kitaplarla karşımıza çıkıyor ve hızlı. Kitap bitti bi bakim dedim devamı ne zaman gelir diye. Yayın evi çoktan çıkarmış ben ayakta uyuyormuşum. 


      Serinin ikinci kitabı Aşkta İkinci Şans karakterlerini bu kitaptan tanıyoruz aslında. Biri Nick`in kardeşi Maggie diğeri ise kitap boyu iş bağlantısı kurmak için yırtındığı İtalyan iş adamı Michael`den başkası değil. Alexa zorlaya zorlaya Michael`e numarayı veriyor ve bir yemek sonunda Maggie onunla görüşmüyor. Sebebiyse Michael`ın sürekli Alexa`dan bahsetmesi ve ona aşık olduğuna dair inancı. 


       Bayanlar bayla ben kitabı sevdim. En sevdiğim yanı hızlı bitmesi. Çünkü kız kardeşim başka şehirde üniversite okuduğu için her dakika mı onunla geçirmek istiyorum. Bu yüzden ben onun güzellik uykusu sırasında sıkılmadan okuduğum için çok mutluyum. O yüzden bu kitabı okuyun. Yüzünüzde oluşan tebessümlerde de beni hatırlayın. Koca koca okumalı günler.

Marriage to a Billionaire Serisi
1) The Marriage Bargain (İlk Öpücüğün Büyüsü)
2) The Marriage Trap (Aşkta İkinci Şans)
3) The Marriage Mistake
4) The Marriage Merger
4,5) The Book of Spells






      Kusursuz insan yoktur. Kusursuz karakter vardır. Ancak yazar b değişiklik yapıp her şeyden sıyrılmış ve kendine kusurlu karakterler yaratmış. Kitabı indirimden almıştım. Yaklaşık bir yıl oldu herhalde, konusunu, kapağını görüp okumak istemiştim. Kitap alışverişimde kendilerini dahil edince ilk ondan başlamamak olmazdı. Başladım da ne oldu? Kitap hakkında yine kafam karışık.


       İlk konuya göz atacak olursak; Edwina isimli kadın kahramanımızın yolu fare avcısı Mick Tremore ile yolları bir terzide kesişiyor. Bayan terzisinde adamın ne işi var oldum ilk ama baktım ki adam işini yapıyor ve fare yakalamak için uğraşıyor. Mick farenin peşine düşmüşken gözüne bir çift bacak takılıyor ve çiftimizin mutluluğunu bu bacaklara borçluyuz bence. Gördüğü bacaklar tabi ki Edwina`ya aitti. Neyse bizimki fareyi yakalıyor ama bacağın sahibini de gözden kaybettiğini fark ediyor ve iş işten geçmiş oluyor. Terzinin yardımcısıysa adamı yalnız yakalayınca fırsattan istifade tabiri caizse adama kızışmış boğa gibi saldırıyor. Edep medep kızda hak getire. Adam jartiyeri başka kadına yolluyor ama kızın aklını son elbiseyle dikip yolladı herhalde. Kız adamı soyup bide üzerine babasına yakalanınca  Mick yakası paçası açık –paçası olmasa da fermuarı açık – koşturmaya başlıyorlar.





        Koşturma sırasında ikiz kardeş olan iki beyefendi durumdan kendilerine eğlence çıkarıyorlar ve bi iddiaya  giriyorlar. İddianın konusuysa; koşturmacanın başladı andan itibaren kağıdını kalemini alıp, inceleme konusu olarak adamı seçen ünlü dilbilimci Edwina`nın altı haftada Mick`i bir beyefendi yapıp Edwina`nın kuzeni dükün partisine getirmek. Edwina kuzeninden bildiğin nefret ediyor ve bir fare avcısını beyefendi diye aralarına sokmaktan büyük bir keyif alacağını düşünüp kabul ediyor. İşin ucunda parada olunca Mick`te kendini naza çekmeden kabul ediyor. Sonrasındaysa eğitim faslı. En son ise sürpriz sonla “hobaaa nasıl yani?” dedirtiyor. 


       Ateşle barutu aynı eve koyuyorlar ama alev alması uzun sürüyor. Kız bi kere o kadar okuyor ediyor ama bu işlerden tamamen habersiz. Adamı arzuluyor falan ama çokça da korkuyor. Korkacak ne varsa sanki. Adamsa kızdan hoşlanıyor ve o terzideki bacakların sahibinin onun olduğunu fark edince de kızın peşine düşüyor. Ama kızı yola getirene kadar çok da çekiyor.


      Kitaba otobüste başlamıştım ve bi türlü kitaba giremedim. Dilini bi garipsedim. Ama sonra ne oldu ne zaman oldu bilmiyorum kitap aldı başını gitti. Bi bakmışım kitap bitmiş. Başta “Ben bunu okuyamam. Sıkıldım ama.” diyen ben adalara piknik yapmaya giderken çantasına atıyor meraktan. Kitapta adam fare avcısı olunca beni bi kibir aldı görmeyin gitsin. Sanki bende asilzadeyim de dük torunu olan kıza adamı yakıştıramadım. Resmen adamı küçük gördüm öyle konuşuyor diye. Hayır bu hiç benlik olan bişey değil normalde ama iş kitaba gelince sanırsın dedem İngiltere Kralı. Ama bence beni sinir eden adamın bıyığı. Ben bıyık denen olgudan oldum olası nefret ederim. Adamın konuşması bozuk falan ama adam kitapta bildiğin bizim gibi konuşuyor. Yani genç nesil, günümüz dili. Orijinal de nasıldı bilmem ama Türkçeye çevirme işini gayet iyi kıvırmışlar.


      Kitapta beni rahatsız eden şeylerden biride kız. Hayır yanlış oldu. Benim başlamadan önce kadın karakterden umduklarım.  Ben güçlü, özgüvenli bu işlerden anlayan biri beklerken Ana`sının bakire olduğunu öğrenen Christian Grey gibi kalakaldım. Sonunda Mick de benim biricik Christian`ım gibi ipleri eline alıyor ve hatunu baştan çıkarıyor. Ama öyle aman aman bi şey beklemeyin sakın. Çoğu örneğine göre çok çok edepli. O yüzden herkes rahat rahat okuyabilir. Yalnız yazar gerçekten çok farklı fikirlerle karşıma çıktı. Çok basit görünen usta kalemiyle zeki kurgulamasıyla kendine bağlayan olaylar.


       Yazarın ilk defa bi kitabını okudum. En sevdiğim tekrar okuyacağım diyebilceğimi söyleyemem ama kitabı sevdim diye düşünüyorum. Zaman geçirmek için birebir. 1000 bölümle insanın canını sıkan Yaprak Döküm`ü vari dizi izlemekten iyidir.
not: Yaprak Dökümü sevenler kusura bakmasınlar ama o dizi beni çok korkutuyordu ikinci bölümden sonra kabuslarıma girdi. Beni televizyondan soğuttu.

Şarkım bu kez Türkçe ve sevdiğim kadın Ajda Baksana Talihe..


         Hayallerimin şehri Londra`da başlayıp, rüyalarımın şehri Paris`de son bulan kitap…


          Öfkeliyim hem de çok. Yazar bu kadar iyi yazdığı için kızgınım. Karakterler birbirlerine bu kadar aşık diye de kızgınım. Sonuna kadar vaz geçmeyip ümit etmeye devam ettim diye kendime de kızgınım. İşte bu sebeple aylar önce bi gecede okuduğum bu kitabı yorumlamak için bu kadar çok bekledim.  İnsanın üzerinde öyle bi iz, etki bırakıyor ki toparlanma için insanın belli bir süreye ihtiyacı oluyor.



         Kitabın konusunu bile bilmeden daha ilk çıktığı dönem alıp okumam için baya bi sıra bekledi. Ama daha önce okumadım diye pişman değilim, çünkü bu kitabın etkisi kolay kola geçmiyor. Will yakışıklı, zengin, genç bir adam. Hayatın tadını çıkarıyor ve bizlerin ölmeden önde yapmak istediklerimiz ama asla yapmadığımız listeyi, adam günlük aktivite olarak yapıyor. Tırmanıyor, yamaç paraşütü yapıyor, kayıyor… Vücudunu son derece aktif bi şekilde kullanıyor. Ta ki bi sabah bi araba yüzünden beyaz ışığa doğru gitmeye yüz tutuncaya kadar. 


         Lou ise hayatta istediğini bi türlü bulamamış, oradan oraya sürüklenmiş, potansiyeli ona bi kız. Bi caffe de çalışıyor ve işini, her gün olan sıradanlığı çok seviyor. Ama bi gün caffe kepenkleri kapatıyor. Bizim ki de harıl harıl iş aramaya başlıyor. Üniversiteyi hamile kaldığı için bırakan kardeşi, annesi, sevgilisi yani hayatındaki herkesin onun ne yapması gerektiği hakkında destansı fikirleri var. Tek eksik ona sorulması gereken senin planın ne. Amaçsızca iş aramaları sonunda kendini sadece elini  ve kafasını hareket ettire bilen felçli bi adama bakmak için görüşmede bulur. Beklediği yaşlı, huysuz bi ihtiyarken karşısında yakışıklı, genç ve huysuz bi adamdır.


         Lou Will`in huysuzluklarına katlanmaya çalışırken bi yandan da kendisi, ailesi ve sevgilisiyle ilgili problemlerini halletmeye çalışıp duruyor. Will`e bi türlü ulaşamaz ama ne derler bilirsiniz azimle şey eden neyse işte… Sonunda Will`e bi şekilde ulaşmayı başarır ama öğrendiği gerçek yıldırım olur kafasına düşer. İşte tam bu satırdan sonra kitabı okumamış olanlar sayfayı kapatsın. Çünkü ben çenemi tutamıyorum.


      Lou`nun öğrendiği gerçek ise Will daha önce intihara teşebbüs etmiş ama başaramamış. İş bununla da bitmemiş ötenazi  olmak istediğini ailesine söylemiş, eğer kabul etmezlerse ölene kadar denemelerine devam edeceğini de açıkça belirtmiş. Ailede yok falan demiş demiş sonunda Will`in kararlılığı üzerine altı ay  zaman istemişler. Altı ayın sonunda Will kararından mucizevi bi şekilde kararından vaz geçmediyse duruma boyun eğecekler. Gelde bu duyduklarından sonra psikolojini toparla, harap olma. 


      Lou bu haber üzerine beyninde kilsi çanı gibi din ding seslerini duymaya başlıyor. Ailesi tam bu nokta Lou`yu Will`e yaşamı sevdirsin diye işe aldıklarını da kavrıyor. Lou ise koca altı ay umudunu kaybetmeden sonuna kadar savaşıyor. Kendi kapanmayan yaralarını, kendini keşfetmek pahasına. Onu nasıl mutlu ederim diye bi ders verebilir. Okulda çalışmadığı ders gibi bunun üzerinde bıkmadan usanmadan çalışıyor. 


      Will`i anlıyorum gerçekten. En basitinden Evde bile gözümüzü bağlayıp bi yerlere çarpmadan on saniye yürüyemiyorken engelli olmak ne demek anlamıyoruz. Çoğu zaman görmüyoruz bile. Başını ve azıcık ellerini oynatabilen bi insan olarak hayata tutunmaya çalışmak zaten zorken, üzerine bide buna bağlı gelişen hastalıklarla uğraşmak gerçekten acıtır. Yatarken basit bi hareket olan dönme eylemini gerçekleştirememek. Basit bi hareket için acı çekmek veya birini bu kadar çok severken kendi seçimini yapmak. İnsanların merak ve acıma dolu bakışlarına katlanmak… 


       Kitapla alakalı o kadar çok çelişkim var ki. Lou altı ay boyunca onun yaşaması savaş verirken bende kafamın içinde savaş verdim. Onun yerinde olsam ne yapardım. Tüm bu acıları çekerken birde kendini aciz hissetmek, eskiden yaptığın hiç bi şeyi yapamamak. Evet vazgeçmek göze gerçekten hoş gelebilir. Kendinin verdiği tek karar. Ama ben bide geride kalanları düşününce bencilce buluyorum. Sonuna kadar savaşmak varken niye vazgeçsin ki. Yada seninde onunla birlikte acı çekeceğini bile bile…


      Üzgünü ama daha çok öfkeliyim galiba. Ben mutlu sonlara inanırım. Hayat zaten acısını yanına bolca eklemişken bişey okuyorsam izliyorsam mutlu bitsin isterim. Filmin ardından ağladığım olmaz ama iş kitaba gelince nadirde olsa arada çıkıyor. İşte buda onlardan biri. Tavsiyemse okuyun ama yanınıza duygusalsanız tuvalet kağıdı alın. Ancak yeter…

Edith Piaf gibiydi....