GÜL VE AVCI

/
0 Yorumlar
     Kitabı ben yazmadım ama ben yazmış kadar benimsedim. Asude ile Tüyap kitap fuarında tanıştım ve kitabımı imzalattım. İtiraf ediyorum bu benim kendim bizzat imzalattığım ilk kitabım sırada bekleme işinden nefret ediyorum. Bu kez bekledim ama vizelerim vardı ve eve gidip çalışmam lazım ama bi dolu sıra vardı. Ama Asude beni kırmadı ve hemen imzaladı. İşte kalbimde taht kurduğu an. Öncesinde kitap tanıtımını görüp face sayfanı bulmuştum. Baktım Face`de ki sayfasından hikaye yazarken keşfedilmiş, daha önce yazdığı iki kitabı(hikaye diyesim gelmiyor harika kitaplardı) hemen okudum. Sıra beklemeyi göze aldığımı düşünürseniz bayıldığımın farkına vardınız demektir.


      Türkler tarihi aşk romanı yazamaz diye düşünürken Rita Hunter (Zeynep Avcı) ve Asude sayesinde ne kadar yanıldığımı gördüm. Asude bi çok yabancı yazara taş çıkarmış. Nasıl Judith` i, Julia`yı, Lisa`yı düşünmeden okursam onu da artık düşünmeden okurum. Gül ve avcı gerçekten çok güzeldi. Hem konusu, hem dili, hem de kapağı. Hatta kapağı efsane… Favori kapaklar listeme resmen bir numaradan giriş yaptı.




     Gelelim kitaba. Kitabın kapağına baktıktan sonra konusuna hiç bakmadım. O yüzden karşıma ne gelecek bilmiyordum. Ama Benim Küçük Leydim kitabında adı geçen Dük Julian Benedict Wharton hikayesini dinleyeceğimizi ve adamın sosyetede katil olarak bilindiğini biliyordum. Gerisiyse tamamen sürprizdi.  Kadın Karakterimiz Evelyn Rosa Drummond yetim kalmış bir kız. Des Amca dediği ve öz amcası olmayan kız evlat hasreti ile Evelyn`i büyüten bi adam ve oğlundan da başka kimsesi yok. Des Amca kenar mahallelerin birinde dedektiflik işleriyle uğraşıyor. Evalyn`de Des Amcasının tek yardımcısı. Des Amcasının israrı üzerine Oğlunu batakhanelerden bulup toplamaya gittiği bi gece Julian ile karşılaşır. Çiftimizin bu olaydan sonra kaderleri artık ayrılmaz bi şekilde birbirlerine bağlanır. İşte bu paragraftan sonrasını kitabı okumayan okumasın çünkü spoinin dibine vurucam.


     İlk olarak bu karşılaşma ringde başlayıp yatakta bitiyor haberiniz olsun. Ya adam sarhoş hemde körkütük. Bu kız hangi akla hizmet ona yardım edip hana kadar taşır sonrada yanında kalım resmen zorla.. Kız nasıl bu halle dedektiflik yapıyo diye sorguladım ama kız ne yapsın kalbi aklına söz geçiremedi ki. Üzerine bide resmen faişe damgası yedi. Adam hayatından çekti gitti. 


      Ve bunun üzerine ikinci raunda kıza intikam alma fırsatı doğdu. Tüm sosyete adamın karısının katili olduğunu düşünüyor ve arkasından da fışırdayıp duruyorlar. Eee adam dalyan gibi uzun boylu, güçlü kuvvetli olunca kimsenin yüzüne söylemeye cesareti olmuyor. Ama Des Amcanın kapısını durumu araştır diye çalmadan duramayanlarda olmuyor. Evelyn`de Des amcası ile işe koyulup adamın ona yaptıklarının hesabını soracak ve suçlarının cezasını çekmesini sağlayacak. Bu amaçla Julian`ın oğlu Albert`ın bakıcısı olarak eve sızıyor.


      Eve sızınca herşey tamam, delilleri topla suçu ispatla ve intikamını al. Aslında olay bu kadar kolay olmalıydı ama tabi bizim saf kızımızın hesaba katmadığı şeyler vardı. Birincisi adama aşık olması, ikincisi o tatlı hazırcevap çocuk Albert kalbini fena halde kazanacak olması. O huysuz buz gibi adamı tanıdıkça onun aslında hiç de öyle olmadığını fark etmesi fazla zaman almıyor. Gerçi adama aşık olduktan sonra bile Julian fazlasıyla domuzluklar yaptıysa neyse. Bi tarafım kitabı anlatıp özetlemek istiyor ama burda ilk yüz sayfasının ipuçlarıyla sonlandırıyorum. Ama bilin ki kitap fena halde tırmanıyor, karışıyor, çözülüyor, tekrar tırmanıp karışıyor. Sürekli bi duygu seline kapılıyorsunuz.


     Gel gelelim karakterlere. Julian bence duygusuz öküzün teki. Ne yazık ki bende de duygusuz öküz hastalığı var. Böyle adamlara ölüp bitiyorum. O ulaşamama cazibesi olsa gerek. Kızımızın başına gelende tam olarak buydu. Kızı sürekli üzüp durdu. Hakkaten öyle yaptı. Kendi suçlarını bile hatırlamaktan acizken kızı bunlar yüzünden suçladı. Kendi geçmişi pür pak gibi. Erkek milleti işte hepsi aynı. Yazara da tebrikler hani. Erkek milletini tam olarak yansıtabilmiş bence.


     Evelyn ise ağlak tısırık bi tip olacağını düşünürken baya dişli bi hatun çıktı. Tamam zaman zaman ürktüğü falan çok oldu ama yok yani kız tam bi savaşçı çıktı, sonuna kadar dayandı. O kadar eğlenceli ve sıcak kalpliydi ki benim kadın karakter sevmeyen kıskanç kalbimi bile kazandı. Ve Albert var. Allah`ım bana ne olur onun gibi bi çocuk ver. Babası gibi mavi gözlü bu oğlana bayıldım yaa. İlk defa bi kitapta bi çocuk karakter bu kadar yer kaplamış. Yazar gerçekten kendi tarzını yaratmış. Albert`ı okuduktan sonra büyük ihtimal kız çocuk sevdasındaysanız vaz geçireceksiniz. Oğlan öyle böyle değil baya pamuk şekeri gibi harika… Des amcada kitabın sonuna doğru Sherlock`un tahtına göz dikmiş gibiydi.


      Kitaba dair tek eleştirim Jane Eyre`a benzer bi olay dizisi gibi gelmesiydi. Gerçi olaylar farklı yerlere taşınmış ve bambaşka olsa da böyle adımları bana onu anımsattı. Kitaba dair tek sıkıntım buydu ama ben Elli Tonu`u bile Dokuz Buçuk Hafta filmine benzetmiş insanım. Kitabın dili çok akıcı, olaylar diyaloglar ve karakterler harika. Aşk romanı falan ama kahkaha attıracak kadar sıkı konuşmalar var. Yazar gerçekten çok iyi ve ustaca yazmış. Bu kitap kesinlikle okunmalı benden demesi. Ah bide demeden geçemeyeceğim dersiniz sınavınız varsa başlamayın çünkü elinizden bırakamayacaksınız…

Ve bu ara taktığım şarkı.. Bu kadın çılgın...





Benzer Yazılar

Hiç yorum yok:

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.